Kitap Tanıtımı |
"Önce bir gülümseme yayılmıştı dudaklarına. Onun, kendisini korumak için gecenin bir vakti telefon açmasından mutlu olmuştu. Bir telefon kadar yakın, bir ömür kadar uzak, dokunabileceğin kadar gerçek, hiç ulaşamayacağın kadar hayal olan kadın, bulutların arasından elini uzatıp bu kirli boğuşmada onu korumaya çalışıyordu. Yüzerken denize parmağındaki yüzüğü düşüren, suyun berraklığında onu kumların arasında görebilen ama ona ulaşacak kadar derine dalamayanların çaresizliğini hissetmişti kendinde. Üstelik yüzüğe ulaşmak için her dalışında, oradan geçen bir dip balığının korkuyla yere vurduğu bir kuyruk, kumların arasına sızmaya çalışan bir yengecin telaşlı koşturması ya da kendisinin suda yarattığı hareketle tabandaki kum dalgalanıyor, parmaktan kayıp giden yüzük de gözlerden uzaklaşıyordu her saniye."
Onlar hayat ile ölüm arasındaki ince çizginin üzerinde bir cambaz gibi yürürken görmüşlerdi birbirlerini. Kendilerini bekleyen tehlikelerden habersiz birer hayat hediye ettiler karşılıklı.
Güya gizlediler yaptıklarını bütün gözlerden. Ama çevrelerinde haberdar olmadıkları bir ateş çemberi vardı ve ona yaklaştıkça yandılar. Kurşuni bulutlarla kaplı 1990'lı yıllarda, dağlarda filizlenen bu aşkı okurken, güneydoğuda yaşanan olaylara ne kadar uzak ne kadar yakın olduğunuzu hissedeceksiniz. İmkansız derecesindeki bir aşkın sizi nasıl da sarıp sarmaladığını göreceksiniz. |