Kitap Tanıtımı |
Başta özellikle Deleuze, Foucault, Derrida olmak üzere modern Fransız düşüncesinin çekiciliği, kesinlik atfedilen hem gerçeklik algısının hem de yüzeysel/gündelik deneyim akışının temelinde mutlak ve belirli bir bilgiyi, bireyi/özneyi, kültürü, doğayı, tarihi, evrenseli açığa çıkarmaya çalışan modern Batı düşüncesine yönelttikleri sıradışı ve zihin açıcı eleştirilerden gelir. Nietzsche ve Frankfurt Okulu'nun etkilerinin açık olduğu bu görüşler, farklı tarzlarda da olsa, insanı, Deleuze'ün ortaya koyduğu şekilde, kuvvet ilişkilerinin karşılaşmasında yoğrulan bütünün bir parçası şeklinde ele alır. Bu durumda bir araştırmanın, bir incelemenin, bir terapinin nesnesi ve hedefi olabilecek konumu belirlenmiş, kayıtlanmış, standart hiçbir birey/kişi/özne yoktur. Her şey bütünle ilişkisi içinde anlamlıdır.
Tekil düşünce kişinin tek olmadığını ve daima kolektif düzenlemelerin varolduğunu, bireyselin kişi olmaktan ayrı bir şey olduğunu ve hiçbir bireyselliğin bağdaşık olamayacağını, ayrışıklıklardan meydana geldiğini anlatmak istemektedir.
Tekil düşünce, tikel ile çoğul arasında kolektif bir yere sahiptir. Her bir insanı çokluk olarak ele alır; Tarde'ın yazdığı gibi, tekil olan birey değil onun çokluğudur; her bireyleşme eğilimi kolektif olmaya devam etmektedir. Herkes bir toplumdur. Toplum insanların içinde oldukları alan olmaktan çok, toplumlar insanın içindedir. İnsanlar toplumda değil toplumlar bir insanın içinde vardır; gene Tarde'ın örneğini düşünürsek, denizde olan balıklar değil, balıkların arasında bulunan deniz söz konusudur. Tekil Düşünce çoğulluğumuzu göstermektedir. |