Kitap Tanıtımı |
Son ve ekmel din olan ve onbeş asırdan beri temel kaynakları Allah-u Tealâ'nın izniyle muhafaza edilerek bize kadar ulaşmış bulunan İslam Dini, kıyamete kadar insanları nura, hidayete ve kurtuluşa çağırmaya devam edecektir.
İnsanlar için dünya ve ahiret saadetinin kaynağı ve garantisi olan bu dinden, herkes, ona layık olduğu miktarda, samimiyeti ve gayreti ölçüsünde nasibdar olur.
Bu dünyada hedefini şaşırmadan, istika¬metini bozmadan yürümeyi başarabilenler için İslam Dini, hem bu dünyada, hem de âhirette saadet, selamet ve esenlik demektir.
İnsanların bu dünyadaki varoluş sebebi, Yüce Yaratan'a kulluk etmektir. Nitekim, yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'de,
"Ben, cinleri ve insanları ancak (bana) kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat Suresi:56)
buyurulmaktadır. Demek ki, insanların temel maksadı, Yüce Yaratıcı'ya kulluk vazifesi¬ni hakkıyla yerine getirmektir.
Bunun için Cenab-ı Hak (Celle Celâlühü), biz kullarına olan merhametinin bir tecellisi olarak, tarih boyunca, insanları uyarıcı peygamberler ve hidayet kaynağı kitaplar göndermiştir.
Peygamberlerin ve kitapların gönderiliş maksadı da insanlara, unuttukları kulluk vazi¬fesini hatırlatmak ve bu vazifenin nasıl ifa edi¬leceğini bildirmektir.
İşte peygamberler silsilesinin son ve altın halkası olan Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, bu kutlu elçiler kervanının sonuncu¬sudur. O'nunla beraber peygamberlik dönemi de kapanmıştır, ilahî kitaplar dönemi de.
Artık kıyamete kadar gelmiş ve gelecek olan bütün insanlık, o Yüce Peygamberin getir¬diği Kitap ve onun öğrettikleri ile yolunu aydın¬latmak ve istikamet bulmak durumundadır.
Şüphesiz ki Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, normal bir insan ömrü içeri-si¬ne sığdırılabilecek en mükemmel ve fedakârâ-ne çalışmayı yaparak ümmetine ve bütün insanlı¬ğa Allah-u Tealâ'nın emirlerini ve biz kulların-dan beklediklerini hakkıyla açıklamış ve vazife¬sini en mükemmel şekilde yerine getirerek Refik-i A'lâ'ya kavuşmuştur.
Artık O'ndan sonra bu ümmete dinini, Kitab'ı ve Sünnet'i, O'nun varisleri olan ulema öğretecektir. Zira Ebud Derda (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Aleyhissalâtu Vesselam Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Alimler, peygamberlerin varisleridir."
(Tirmizî, İlim:19, No:2682, 5/48, Ebu Davd, İlim:l, No:3661, 2/341)
Şu halde dinimize ait herhangi bir mese¬leyi kendimiz bizzat çözemiyor isek, yani ule¬ma zümresinden değil isek, peygamberlerin va¬risleri olan ulemaya gitmeli ve çözümü onlar¬dan sormalıyız.
Tarih boyunca müslümanların tavrı hep böyle olagelmiştir. Bunun için idareciler ve hü¬kümdarlar ulemaya büyük ehemmiyet (önem) vermişler ve cemiyetin salahının da fesadının (toplumun düzelmesinin de bozulmasının) da ulemaya bağlı olduğunun şuurunda bulunarak ilmi ve alimi icabeden mevkiye çıkarmışlardır.
Ne zaman ki teşbihin ipi koptu, imamesi kayboldu ve taneleri dağıldı, işte o zamandan beri İslam Dünyasında korkunç bir başıboşluk ve dağınıklık meydana geldi.
Alim-cahil birbirine karıştı; edeb kaybol¬du, ahlak tefessüh etti (bozuldu), zühd ve takva ölçüleri hatırlanmaz oldu. Kalpleri dünya hırsı ve nefsanî istekler kapladı, ahiret unutuldu. Sevgi-saygı kalktı, kardeşlik bağları koptu. Tam bir âhir zaman manzarası hakim oldu.
Bu hercümerc (kargaşa) içinde Kur'an-ı Kerim'in ve Sünnet-i Seniyye'nin hüküm ve hakikatini yakalamak, doğruları yanlışlardan ayırmak ve insanlara aktarmak adeta akıntıya kürek çekmek kadar zor, ama bir o kadar da za¬ruri ve mes'uliyetli bir iştir...
Günümüzde İslam adına söz söyleme mev¬kiinde olan-olmayan herkesin İslam adına ko¬nuştuğu acı bir gerçektir. Birkaç kitap karıştır¬mak, dergi ve gazete sütunlarında neşredilen yazıları takip etmek, sanki insanımıza İslam Dini hakkında hüküm verme selahiyeti (yetkisi)
bahşediyormuş gibi, artık her ferdin kendisine göre bir doğrultusu var. Adeta herkes herşeyi biliyor, herkes, her konuda doğruyu sadece kendisinin bildiğini düşünüyor.
İslam Dini ile ilgili her konunun, olur ol¬maz her yerde ve doğru yanlış demeden her¬kesle konuşulduğu, tartışıldığı böyle bir ortam¬da gerçekler ile yalanların, doğrular ile eğrilerin birbirine karışması da tabiidir.
Hiçbir İslamî saha kalmadı ki, hakkında büyük bir gayretkeşlikle şüphe uyandırılmasın. Kur'an-ı Kerim hakkında tartışmalar yapılıyor, Sünnet-i Seniyye tartışılıyor, Fıkıh, Tefsir, Ke¬lam münakaşa konusu yapılıyor.
Tabii Tasavvufun da bu tartışmaların dı¬şında tutulması beklenemezdi. Tartışılan ve tartı¬şıldıkça insanların gözünde -tartışanlar ehil kim¬seler olmadığı için- kadr-ü kıymetleri adeta kü¬çülen bu İslamî müesseseler arasında maalesef ki Tasavvuf, inkardan en büyük payı almıştır.
Tasavvufun ilgi alanına giren meseleler meyanında (arasında) öyleleri var ki, insanlar, iki ucu keskin bir kılıçla oynadıklarının farkın¬da olmadan, başkalarını tenkid ederken, kendi ayaklarının kaymasına yol açıyorlar.
İtikad ile ilgili olan böyle meselelerde tem¬kini ve ölçüyü hiçbir zaman elden bırakmamak icabettiğini unutuyorlar.
Maksadı, nefis tezkiyesi ve ahlak tehzibi (huyları düzeltmek) olan; insanları, bu dünya hayatında nefsin ve şeytanın binbir tuzağına düşmeden salimen hedefe ulaştırmaktan başka bir amaç gütmeyen Tasavvuf erbabı hakkında yerli yersiz yapılan itham ve karalamalar karşısında böyle bir çalışma yapmayı bir vazife bildik.
Bu kitabın hazırlanış amacı, Tasavvufu bütünüyle tanıtmak ve anlatmak değildir. Bu maksatla yazılmış bol miktarda eser zaten var¬dır. Bizim burada yapmak istediğimiz, Tasavvuf denilince akla gelen münakaşalı konuları ele alıp, bu konularda hakikati ortaya koymaktır.
Risalede Takip Edilen Usûl
1- Ele aldığımız her meselenin, önce lügat
ve ıstılah anlamlarını izah ettik.
2- Sonra Kur'an ve Sünnet'ten o meseleye
delalet eden nass (delil) leri zikrettik.
3- Selef-i Salihin (Geçmiş büyükler) in o
mesele hakkındaki görüşünü veya o mesele ile
ilgili durumunu zikrettik.
4- O mesele hakkında günümüzde yapılan
ve geçmişte yapılmış münakaşaları, Soru-Cevap tarzında ele aldık.
5- Ele aldığımız her meselede gerek delil
leri, gerekse kavilleri, aslî kaynaklarına havale
ettik ve kaynaklardaki yerlerini gösterdik. |