| Kitap Tanıtımı | Ekmek, peynir, zeytin ve yoğurttan sonra, Artun Ünsal şimdi de Orhan Cem Çetinin fotoğrafları eşliğinde bu susamlı halkanın hikâyesini, sırlarını anlatıyor. Afiyet olsun! 
Topkapı Sarayından günümüzün simit saraylarına... İstanbulda yaşayan, bu kente yolu düşen herkes bir şekilde üzeri bol susamlı ya da susamsız simitlerin tiryakisi olmuş, keyifle tatmıştır. Bir anda açlık bastırınca imdat niyetine, kimi zaman cebinde birkaç kuruş kalmışken yemek yerine, bütün gün çalıştıktan sonra bir taşıttan ötekine aktarma yapıp eve dönerken insanın içi ezilince ya da bir pazar günü sıcacık aile sofrasında kahvaltı edilirken, özenle hazırlanmış ev reçelleri ve çarşıdan alınmış güzel peynirlerin yanına, sokağın keyifli lezzetini de içeri buyur ederken, simit her zaman baş tacımızdır. Sadece geleneksel simitler mi? Kandil simitleri, şekerli simitler, şimdilerde satılmaya başlanan zeytinli, peynirli, sucuklu, sosisli, ay çekirdekli, tahıllı simitler, hatta kepekli undan yapılanlar 
Geleneksel fırınların üretimi dışında artık en son teknoloji ve modern 
pazarlama yöntemleriyle satışa sunulmasına karşın, simit aslında hakkında 
çok az şey bildiğimiz bir yiyecektir: Simit sözcüğü nereden çıkmış, simidi 
ilk kimler yapmış, simidin kültür tarihimizdeki yeri, geleneksel simitlerin 
şimdilerde yapılanlardan farkı, simit çeşitleri, üretim tekniklerinde yüzyılları 
kapsayan evrim ve değişmenin boyutları, simidin çay ve peynirle ilk 
buluşması üzerine bilgi dağarcığımızı genişletmek gerekir. Dünya gittikçe 
küreselleşirken ve yerel kültürel zenginliklerimizi gelecek kuşaklara 
aktarmanın taşıdığı önem ortadayken, nerdeyse genlerimize geçmiş simit 
alışkanlığımız, daha doğrusu aşkımız da ihmal    edilememelidir. |