Kitap Tanıtımı |
Set İçerisindeki Kitaplar: -Kieslowski Slavoj Zizek'in en önemli erdemleri ve ısrarcı çabaları arasında Lacancı psikanalitik kuramın ve çağdaş kültür politikalarının alışılmadık boyutlarını irdelemek vardır. Yine bu doğrultuda, Kieslowski filmlerinin detaylı analizlerini bu kitapta bulabilirsiniz. Kieslowski'yi derinlemesine incelemek ya da Zizek'in film kuramı üzerine yaklaşımını okumak isteyenler için bu kitap belki de en anlaşılabilir Lacancı yorumları içeriyor. Diğer çalışmaları gibi Kieslowski kitabı da teoriye sahip olunmadan derin bir film analizi olunamayacağını açıkça gösterir, ama teorinin de kendini daima gerçek bir sinema aşkıyla canlı tutması gerekir. -Lynch 'Sanki Lynch bize şunu anlatmaya çalışıyor: işte yaşamınız sonuçta bu, onun üzerine sahte bir hale örten o fantazmatik ekranın içinden geçerseniz görürsünüz. Seçim kötüyle daha kötü arasındaki, toplumsal gerçekliğin steril iktidarsız kasvetiyle kişinin kendini yok eden şiddetin fantazmatik gerçeği arasındaki bir seçimdir.' -Hitchcock Zizek'e göre Hitchcock'ta eşsiz bir boyut vardır ve bu boyutu belirleyen şeyin de Lacancı sinthomlar olduğunu iddia eder. 'Bu sinthomlar Hitchcock'un filmlerinin sinematik dokusunun kendine özgü tadını, tözsel yoğunluğunu sağlar: Onlar olmaksızın, cansız biçimsel bir anlatıya sahip olurduk.' İşte bu sebepten Hitchcock filmleri bir şekilde arzuladığımız nesneler olurlar. Bu sinthomların yanı sıra Zizek Hitchcock'un eserlerinin Lacan'ın bakış kuramını kusursuzca aktardığını ileri sürer. Zizek'e göre bakışın bu özgün anlarında seyirci bir nesneye bakmaz, resmin kendisi seyircinin fotoğrafını çeker. Hitchcock'un nesneleri adeta bakışa karşılık verir, bize bakar gibidir. -Tarkovski Zizek için Tarkovski'yi ilginç kılan onun filmlerindeki özgün biçimdir. Tarkovski maddi unsurları zamanın kendisi olarak kullanır ama aniden en içsel alana ilişkin olan zamanın melankolikliğini, belirsizliğini bize hissettirir. Zizek'e göre Tarkovski'de gerçekliğin tam da maddi dokusunun dağılmasıyla ruhani bir derinliğe ulaşılır. Tarkovski, kendimizi maddi gerçekliğin üstüne yükselterek ulaştığımız standart ruhani motiflerin ötesine, daha derin, daha önemli deneyimlere sürükler bizi. Tarkovskici mıntıkada özel hiçbir şey yoktur, her şey aynı ve bildiğimiz gibidir. İşte tam da bu sebepten inançlarımızı, korkularımızı, iç dünyamıza ait şeyleri buraya yansıtabiliriz. Lacancı psikanalizin araçlarıyla Tarkovski'nin materialist bir yorumunun da mümkün olabileceği tartışılıyor bu metinde. -Matrix Matrix'i Slovenya'da bir sinemada seyrederken, filmin ideal seyircisinin -yani bir budalanın- yanında oturmak gibi bir daha ele geçmez bir fırsata sahip oldum. Sağımda oturan, yirmili yaşlarının sonunda bir adam filme kendini kaptırmış, 'Aman Tanrım, vay be, demek ki gerçeklik merçeklik yok! …' gibi yüksek sesli nidalarla seyircileri habire rahatsız ediyordu. O kılı kırk yaran felsefi ya da psikanalitik kavramsal ayrımları filmle bağdaştıran sözde-sofistike entelektüel okumalardansa böylesi naif kaptırmaları hiç düşünmeden tercih ederim. -Sanat - Konuşan Kafalar '2002 yılında eleştirmenler ve yönetmenler arasında yapılan Sight and Sound anketinin sonuçlarının gösterdiği gibi -yozlaşma eksantrikleri saymazsak- eninde sonunda iki temel sinemasever grubuyla karşı karşıyayız: Yurttaş Kane'nin şimdiye kadar yapılmış en iyi film olduğunu düşünenler; ve bu sıfatı hak eden filmin Yükseklik Korkusu olduğunu düşünenler. Bu satırların yazarı da, Potemkin Zırhlısı ve Yurttaş Kane çağlarının ardından, yeni on yılların Yükseklik Korkusu çağı olarak anılacağını, Yükseklik Korkusu'na hayal edebileceğimiz tek rekabetin Hitchcock'un Sapık filminin olacağını düşünenler arasında yer alıyor.' -Lubitsch İngilizcede (ve Fransızcada) aşkı tarif ederken 'düşmek' fiilini kullanırız: to fall in love (aşka düşmek). Alain Badiou bu konuda kaleme aldığı o harika Aşka Övgü kitabında, 'aşka düşmek' ile ilgili çöpçatanlık ajansları ve uzmanlar aracılığıyla 'uygun bir partner bulma arayışı'nı karşı karşıya koyar: Böyle bir arayışta, düşüş olarak -yerleşik olarak hayatımı rayından çıkaran ve yeni bir özne olarak yeniden doğmama vesile olan çılgın bir olay olarak- aşkın kendisi bütbütün kaybolur. Lubitsch'in Ninotchka'sındaki ikili düşüşle olan şey bu değil midir? Ninotchka çılgınca gülmeye başladığında hem kahkayaya hem de aşka düşer. ) |