Kitap Tanıtımı |
Yazarlar kimi şehirlere sahip çıkar, şehirler de yazarların adlarıyla özdeşleştirilirler. İstanbulu da sahiplenenler olmuştur elbet; ama, yazın dünyasının sahiplendiği şehirlere öfke taşıyanlar da vardır. Büyük şehirlerin tümüne duyulan öfkedir aslında bu.
Modern dünyanın, nasıl içimizi boşalttığını, bizi soğuk ve yalnız bir insan müsveddesine dönüştürdüğünü betimlerler. Doğan Erdem bu manada İstanbulla cebelleşmeyi seçiyor. Küçük bir kasabada, modernitenin kapıları zorlamadığı sade bir dünyada, kendimizin farkına vararak yaşama hevesini depreştirmeyi yeğliyor. Ama yazar bu seçiminde de huysuz ve aksi
Doğan Erdem, roman kahramanı Özeri çocukluğunun travmalarını anımsayacağı, küllenen acılarını ortaya çıkaracağı bir yere taşımayı seçiyor. Yorulmuş bir şehirli için kalan tek umudu; yani ücra bir kasabada, içine dönüp kendini keşfederek yaşayabilme beklentisini de yok etmeyi, okuyucusunu umutsuzluğa sürüklemeyi tercih ediyor yazar.
Şehrini taparcasına sevenlerle, taşrayı sade ve ruh yüklü bulanları kızdıracak kadar ileri giden bir roman oluyor en sonunda Sığırcığın İntiharı
Doğan Erdem, şehirlerin nimetlerinden ustaca faydalanmayı bilen, küçük kasaba düşleri kurup hala saf olduğunu düşünen toplumsal bir kesiti öfkelendirecek, uygunsuz, rahatsız edici, sorgulayan bir roman koyuyor önümüze.
Hiçbir satırını atlamadan okuyun. Sizi anlatan her tümcenin altını çizin. Her korkunuzla yüzleşin. Umudu umutsuzlukta aramayı deneyin. Olacak.
Memleket denilen şey bir yere ait olmanın sonucudur ve ben bu yaşa değin hiçbir yere memleket demeyi beceremedim. Ait olmak tutsaklıktır, diyordum soranlara. Oysa bazen kendimi dahi inandıramadığım bana saçma sapan gelen bir laftı. Bir yere ait olmayı çok isterdim aslında. Caddelerinde yürürken tanıdığım, çekinmeyeceğim, kendimi kollamak zorunda olmadığım insanlara rastladığım bir yere Üstümden yağmur boşalırken sığınacağım bir saçak altı kadar korunaklı duyumsayacağım bir yere |