Kitap Tanıtımı |
Mahirin gördüğü düştü Gezi, İbonun sezdiği altın çağ. Denizin sehpada son haykırdığı, Mazlumun hücre demirine ateşten bir bayrak gibi astığı. Kuşaklar boyunca bir karanfil tarlası halinde düşen devrimcilerin yenilgide, tutsaklıkta, ölümde ele -ve bazen söze bile- vermedikleri umuttu.
Pir Sultanın çaldığı sazdı Gezi, veziriazamın elleriyle boğduğu bir çocuğun Celali babasının elindeki peştar ve Paris Komününe Enternasyonal bir ağıt yakan Pierre De Geyterin evindeki armonyum. Bir denizdi Gezi, Onbeşleri boğan denize karşı. Siyahın karşısında kızıl, Karadenizin karşı kıyısında Sovyetler.
Mehmet'i Ethem'e, 1 Mayıs'ları 31 Mayıs'a ulayan bağlacın adıdır. Düşenler bunun için düştüler; vaktini, yerini, adını bilmedikleri bir isyan için.
Gezi, belki adını bile bilmediği kardeşlerinin, belki adını bile koyamadıkları umudu için ayağa kalkmış halklardır...
***
Gezi Ayaklanmalarının ilk yıldönümünde Gezi-Lice-Gülsuyu süreçleri hakkında hazırlanmış ilk monografilerden birini sunuyoruz. Sanki Devrim, bu konudaki çalışmaların çoğunun aksine, bir derleme olarak değil, sürecin birbiriyle sıkı sıkıya ilişkili iki boyutunu, siyasetini ve kültürünü bütünlüklü olarak işlemek üzere hazırlandı.
Devrim ve Halk diye çağırdığı iki iç içe özneye Gezi İsyanları tarafından sunulan siyasal ve kültürel derslerin bir dökümünü çıkartmak üzere yola çıkan çalışma, iki ana eksen etrafında toplanıyor.
Kitabın ilk yarısını oluşturan Gezi, Halk ve Devrim ekseni, sürecin siyasi analizlerle şerh edilmiş bir seyrini resmederek başlıyor. Gezinin Seyri başlığını taşıyan bu ilk ana bölüm direnişin artçı sarsıntılarını da kapsıyor ve sürecin evrelendirmesine ilişkin bir öneri sunuyor. Takip eden bölümlerde yalıtılarak ele alınan unsurlar, burada kronolojik olarak serimleniyor ve sonraki ayrıntılı çözümlemeler için bir zemin oluşturuyor. Gezinin İsyanı bölümü, bu toprakların ve dünyanın haklı halk isyanlarıyla Gezi arasındaki soy bağını ortaya koyduktan sonra Gezinin Neliği ve Kimliği bölümü direnişin nasıl ve neolduğu sorusunu yanıtlamaya girişiyor. Ele alınan inceleme nesnesinin bazı unsurlarına odaklanmadan önce bu nesnenin neolduğunun ve onu ortaya çıkaran öznenin kim olduğu sorularına cevap arayan bölüm, bu konudaki çeşitli konumları tartıştıktan sonra Gezinin faşizme karşı bir halk ayaklanması olduğunu -bu tarifteki iki kavramın kavram oluşlarını vurgulayacak- söylüyor.
Kitabın tam ortasında yer alarak önceki ve sonraki üçer bölümün akışını birbirine bağlayan bir damar görevi gören Gezinin Devrim Dersleri başlığı, Geziden devrim için, devrim yolundaki bir halk adına alınacak derslerinin bir dökümünü çıkarmaya girişiyor. 10 milyonu aşkın insanın katıldığı, 21. Yüzyılın bu ilk büyük ayaklanmasının bir halk olarak hepimiz için, devrim siyaseti güdenler için ve genel olarak sınıf mücadeleleri tarihi için verdiği derslerin eksiksiz bir müfredatını çıkartmanın olanaksız olduğunu teslim eden bu kısım, derslerin halk olma paradigmasında aşikâr etkisi olan yedisine yoğunlaşıyor.
İlk ders, sınıf mücadelesinin önceki evrelerinin hiçbirinde ödenen bedellerin bir etki yaratmadan buharlaşıp uçmadığını, acıların boşuna çekilmediğini söylüyor. Gezinin bir kopuş mu süreklilik mi olduğuna beklenen diyalektik yanıtı veren ve Gezi sloganlarından bazılarının bir arkeolojisini yapan bu kısmın ardından, direnmenin mümkün olduğu dersi, Çayancı suni denge kavramı ve haklı şiddet bağlamında tartışılıyor. Üçüncü ders umut ilkesinin dirilişine ve bu halk bizim, bu ülke bizim duygusunun görkemli geri dönüşüne dair. Kürt hareketinin tereddütlü tutumunu halklar kardeştir dersi ışığında tartıştıktan ve ulusalcı tabir edilen kesimlerin direnişle bağına değindikten sonra, farklılıklarımızın aynı cephede buluşmaya engel olmadığı, dayanışmak güzeldir duygusu ve cepheleşme kavramı etrafında ele alıyor. Altıncı ders, halkın öz-örgütlülükleri olarak öne çıkan forum ve meclisleri, Fransız, Sovyet ve sömürge devrimlerine göndermelerle ele aldıktan sonra biz yönetebiliriz sonucuna varıyor. Son ders ise kahreden ve yaratan, olumsuzlayıcı ve olumlayıcı bir güç olarak Halk olmaya, özneleşmeye dair.
Kitabın ikinci yarısı Geziyi Kültür ve Kuram ekseninde tartışmaya açıyor. Burada yer alan üç bölüm yalnızca Geziye özgü değilse de onun şahsına münhasır özellikler sergileyen üç kültürel veçheye yöneliyor.
İnternet ve direnişin ilişkisini Hacktivizm ve siber-aktivizm çerçevesinde tartışan Gezinin Ağları bölümü, her iki alanda da Gezinin kendine özgü biçimler geliştirdiğini ileri sürüyor. Bu süreçte Red Hack giderek bir siber-silahlı-propaganda örgütü gibi davranmaya başlarken SMaktivizm (Sosyal Medya Aktivizmi) adını verdiğimiz yeni bir davranış örüntüsü ortaya çıktı. Sosyal medyada hegemonya kurma mücadelesi olarak tanımlanabilecek SMaktivizmin Gezideki baskın rolü dünyadaki Twitter/Facebook devrimleri denen hareketlenmelerden bir farklılık arz ediyordu.
Gezinin Söylemi ve Mizahıbaşlığı, Gezi sürecindeki söylemleri, iki yapısalcılık sonrası analiz aracını -metinlerarasılık veköksap/rizom- postmodern olmayan bir biçimde kullanarak irdeliyor. Direnişte çokça bahsedilen mizah unsurunu, temelde Bergsonun gülme kuramı çerçevesinde çözümleyen bu bölüm, orantısız değil kitlelerin etkileşiminin ve beğenisinin rizomatik ağlarından süzülmüş bir zekâ ile karşı karşıya olduğumuzu söylüyor.
İsyanın her veçhesinde karşımıza çıkan kolektiflik olgusu, Gezinin sanatı ve estetiği için özellikle önemli bir rol oynadı.Gezinin Estetiği bölümü kolektif olanın insan varoluşunun ayrılmaz bir parçası olduğunu ortaya koyduktan sonra zaten her zaman kolektif bir üretim olan sanatın Gezideki tezahürünü ve örneklerini tartışıyor.
Büyük bir direnişi ele alan bu küçük çalışmanın eksiklerinin yanı sıra sınırlılıkları da var. Tartışma bilinçli olarak direnişin iç ve dış politikasını, yani direniş sürecinde halk güçlerinin benimsediği taktiklerle hasmının ulusal ve uluslararası konjonktürdeki konumunu ayrıntılı değerlendirme odağının dışında tutuyor.
*** |