Kitap Tanıtımı |
Biraz geç kalmış da olsa, ülkemizde her geçen gün hayat damarımız olan Osmanlı Türkçesi'ne olan ilgi ve ihtiyaç kendisini daha fazla hissettirmeye başladı. Bu güzel his ve arayışın artık el yordamıyla değil, daha ilmî ve elle tutulup gözle görülür hale geçerek devam etmesinin zamanı da gelmiştir. Batılılar 1880'li yıllardan sonra, daha Osmanlı Devleti ayakta iken Osmanlı Türkçesi'ni öğrenmek ve öğretmek, bu arada keşfetmek üzere iyi çalışmalar yapmışlardır. Cumhuriyet devrinde ise bu sahada bu aziz millete bu işin dersini verecek duruma gelmeleri ve özellikle diplomatika ve siyakat yazıları hakkında ortaya koydukları eserler bizleri mahcup edecek seviyededir.
Osmanlı Türkçesi'nin kaideleriyle birlikte; nesih, rik'a, divanî ve siyakat gibi kalemlerini esas alarak bütün devir ve konularını içeren bir külliyatını hazırlamak yirmi seneden beri düşünüp durduğumuz bir hedefimizdi. Zira geniş çaplı Osmanlı kültür eserlerine bir kapı açabilme yolunda metin ve mantığı uyumlu böyle bir giriş, bir anahtar hazırlamak mutlaka gerekli görünüyordu.Hâlbuki böyle bir çalışma ne Osmanlı devrinde ve ne de ondan sonra teşebbüs edilebilmiş bir hamle değildi, bu bakımdan da heyecan vericiydi. Bugün bu hususu çalışmada bize cesaret veren şeyler; çeyrek asırlık bir Osmanlı Arşivi tecrübesi ve Arapça ve Farsça hakkında hasbelkader bilgimizdi. Ancak bu cesaret yeterli gelmiyordu; biz de projemizi işin ehli değerli dostlarımıza ve Çelik Yayınları'na sunduk. Onlar da bu çalışmaya bizi teşvik ederek bilgi ve teknik bakımdan destek verdiler. Yer, zaman ve şartlar bundan daha iyi olamaz diye düşündük ve istişareler neticesi bu zor işe giriştik. Önce nesih yazısıyla kaide ve metinler kitabını külliyatın birinci cildi yaparak Osmanlı devleti ve kültürü ve yazılarını ayrı ayrı ele alan böyle bir eseri tamamlamaya niyet ettik.
Böyle büyük bir işe teşebbüs etmenin pek kolay olmadığının farkındayız; zira bazı kaideleri vermekle beraber, ortaya tam olarak bir gramer kitabı koymuyoruz. Bununla beraber Osmanlı Türkçesi kullanıldığı sahası ve gelişme devirleri itibarıyla son derece geniş ve derindir. Bu uzun devirler içinde imlanın kendine göre değişme ve gelişmeleri vardır. Bununla beraber nesih ve rik'a belki çok alışılmamış bir yazı stili değil, ama divanî ve siyakat gibi yazılar bir bakıma ihtisas yazılarıdır. Ancak böylesine geniş bir kültürden istifade etmek bu yazıları öğrenmekten geçiyordu. Bütün tereddütlere rağmen, kendi kültürünün dilencisi durumuna düşmüş bir milletin bir ferdi olarak bunu icra sahasına koymak bizim için bir vazifeydi.
Osmanlı Türkçesi denince; Osmanlı Devleti zamanında, bir tarife göre de 1908 tarihine kadar kullanılan Batı Türkçesi akla gelir. Biz Osmanlı Türkçesi tabiriyle Arap asıllı eski yazı veya daha yaygın ve mantıklı tabiriyle; İslâm harfleriyle yazılı Osmanlı Türkçesi'ni kastetmiş olacağız. Böyle bir çalışma ile neyi elde edeceğimiz meselesi burada anlatılabilecek bir konu olmadığından, bu sorunun cevabını vermek üzere de 'Varlığımız ve Birliğimiz Açısından Osmanlı Türkçesi ve Tarihi Derinliği' adlı eserimizi bastırmış bulunmaktayız. Zira ele aldığımız dil ve onun yazıları Bosna'dan Yemen'e, Kırım'dan Doğu Türkistan'ın doğu ve batısına kadar asırlar içinde yazılıp konuşulmuş bir lisandır.
Bizim yaptığımız bu naçiz çalışma bu sahada ne ilktir ve ne de son olacaktır. Bu hususta şimdi hayatta olan ya da olmayan, her kimin ne kadar emeği geçmiş ise bizce tebrik ve takdire şayandır. Ancak biz bu eserle farklı ve yeni ihtiyaçları gözeten bir mantıkla yola çıkmış bulunuyoruz. Gayemiz; Osmanlı Türkçesi'nin kendi yazısı ve mantığı içinde öğrenilmesi ve müşküllerinin yine kendi içinde çözülmesini temin etmektir. Bu durumda dile Osmanlı devrinde nasıl yaklaşıldığı bizce mühimdir ve bu hususta yazılmış eserlerin çoğuna ulaştık. Bununla beraber şunun da farkındayız ki; biz artık bir asır öncesinde değiliz, bulunduğumuz zaman ve şartları da göz önünde bulundurmalı ve ona göre bir usul geliştirmeliydik. Neticede bulduğumuz usul; kendilerine yabancı bir dil olan Osmanlı Türkçesi'ni kendi çocuklarına öğreten İngiliz ve Fransızlarla, kendi evladına yine kendi dilini öğreten Osmanlıların birbirini tamamlayan ortak şeklidir.
Bizce bütün mesele zor olanı hasbelkader kolaylaştırmak ve kapalı olanı mümkün mertebe izah edebilmektir. Ancak şunu da biliyoruz ki, bu işi lüzumundan fazla basitleştirmek veya öyle göstermek, onu yozlaştırmak ve ayağa düşürmekten başka bir mâna ifade etmez. Bu sahada hasbelkader çalışmaya niyetli olanlar, bu dilin ve yazıların eski bir tarihi, derinliği ve geniş bir coğrafyası bulunduğunu göz önüne almalıdırlar. Böylesine mühim bir konuyu dar mânada mahalli bir mesele olarak görmek doğru değildir. Diyebiliriz ki; ele aldığımız bu konu fevkalade kıymetli ve bir o kadar da gayret isteyen bir meseledir. Öyleyse buna bir camcı ve çömlek ustasının gözüyle değil, bir kuyum ustasının değerli taş ve madenler karşısındaki hassasiyeti, bilgisi ve usulleriyle bakmalı ve görmeliyiz.
Osmanlı Türkçesi'nin ekseriyetle Türkçe ve yine kendi malımız olarak kabul etiğimiz Arapça, Farsça ve diğer dillere ait kelimelerden teşekkül ettiği bir gerçektir. Bununla iftihar etmekle beraber, bu dilin imla usulünü tatbik ve sözü anlama hususundaki kaideleri bilmeye ihtiyaç olduğunu da bileceğiz. Eskiler dile giren Arapça ve Farsça asıllı kelimeleri bozarak yazmaya hakkımız olmadığını söylerlerdi. Bütün mesele evvela imlayı 18. ve 19. asır Babıâli kâtiplerinin tutarlı ve oturaklı haliyle becerebilmektir. Buna Şemseddin Sami'nin Kamus-ı Türkî adlı eserinin imlası demek de mümkündür. Ancak metin okumalarında eskiye girildikçe durumun değişeceğini de bileceğiz. Zira daha eski eserler imlanın henüz oturmadığı devirlere aittirler. Bununla beraber devletin son zamanlarında imlanın farklı sebeplerle bozulduğunu da görmekteyiz.
... |