Kesinlik Üstüne + Kültür ve Değer
ISBN 9789753427388
Yayınevi Metis Yayıncılık
Yazarlar Doğan Şahiner (translator) | Ludwig Wittgenstein (author)
Kitap Tanıtımı İki Wittgenstein kitabını tek bir ciltte bir araya getirdik. Wittgenstein'ın hayatının son iki yılında, ölümünden bir kaç gün öncesine kadar tuttuğu notlardan manevi mirasçıları G. E. M. Anscombe ve G. H. von Wright tarafından derlenmiş olan Kesinlik Üstüne filozofun Moore'un bazı düşüncelerinden yola çıkarak yaptığı inceleme ve sorgulamaları içeriyor. Bilmek, inanmak, şüphe duymak, emin olmak gibi konuların etrafında dönen bu değinilerde okur, eserin aslen yayım için hazırlanmamış notlardan oluşması nedeniyle, yalnızca yazarın düşüncelerini değil, tinsel uğraşını, akıl yürütme tarzını, ele aldığı alanı incelerken attığı adımları da izleyebilir. Wittgenstein'ın en önemli eserleri arasında yer alan kitap kimi araştırmacılar tarafından onun düşüncesindeki yeni bir aşama olarak da yorumlanmıştır. Kültür ve Değer, Wittgenstein'ın 1951'de ölümünden sonra geride bıraktığı folyolar halindeki elyazması notlardan derlenmiş ve ağırlıklı olarak felsefe, sanat ve kültür konularındaki değinilerinden oluşan bir seçmedir. İlk kez 1977 yılında G. H. von Wright ve Heikki Nyman tarafından Almancada "Vermischte Bemerkungen" adı altında yayımlanan eser daha sonra genişletilmiş ve İngilizcede, bizim de Türkçesi için kullandığımız "Culture and Value" başlığıyla yayımlanmıştır. Okurun Wittgenstein'ın felsefesiyle tanışık olmasını gerektirmeyen bu eser yirminci yüzyılın en önemli filozoflarından birini daha yakından tanımamızı sağlarken, felsefesiyle ilgilenenlere de düşünce tarzıyla ilgili birçok ipucu sunmaktadır. Tadımlık Kültür ve Değerden, s. 120-122. İyi bir benzetme zekâyı tazeler. Bir yere nasıl gidileceğini miyop birine tarif etmek güçtür. Çünkü şunu söyleyemezsiniz: "Şu on mil ötedeki kilise kulesini gözden kaybetme, o yöne yürü. Yalnızca doğanın konuşmasına izin ver ve doğadan yüksek tek bir şey tanı; ama başkalarının düşünebileceği şeyi değil. Ağaç eğileceği yerde kırılırsa, bu bir trajedi olur. Trajedi, Yahudice olmayan bir şeydir. Mendelssohn belki de bestecilerin trajediden en uzak olanıdır. Trajik bir şekilde ısrar etmek, sevgide trajik bir durumu dikbaşlılıkla sürdürmek, bana hep idealime tamamen yabancı bir şey gibi görünüyor. Bu benim idealimin zayıf olduğu anlamına mı gelir? Bunu ben yargılayamam ve yargılamamam gerekir. Eğer zayıfsa, demek ki kötüdür. Temelde yumuşak ve dingin bir idealimin olduğuna inanıyorum. Tanrı idealimi zayıflıktan ve sahtelikten korusun. Yeni bir sözcük, tartışma toprağına atılmış taze bir tohum gibidir. Canlı, sıcak tohuma ulaşmak için her sabah ölü yığıntıyı yeniden temizlemek zorundasın. Sırtımdaki dolu felsefe çantasıyla matematik dağına ancak ağır ağır tırmanabiliyorum. Mendelssohn bir doruk değil, ama bir plato. Bu onun İngilizliği. Kimsenin bir düşünceyi benim yerime düşünememesi, kimsenin şapkamı benim yerime giyememesine benzer. Bir çocuğun ağlamasını anlayarak dinleyen herkes, onun içinde, yaygın olarak kabul edilenden farklı psişik kuvvetlerin, korkunç kuvvetlerin uyuduğunu bilir. Derin bir öfke, acı ve mahvetme şehveti. Mendelssohn, yalnızca çevresindeki her şey zaten neşeli olduğu zaman neşeli olan ya da çevresindeki herkes iyi olduğu zaman iyi olan birine benziyor; çevresinde her ne olursa olsun yerinde sağlamca duran bir ağaç gibi kendine yeterli değil. Ben de öyleyim ve öyle olmaya eğilimliyim. İdealim belli bir dinginlik. Tutkularla karışmadan onlara ortam sağlayan bir tapınak. Çoğu zaman, kültürel idealimin yeni, yani çağdaş bir ideal mi yoksa Schumann'ın zamanından kalma mı olduğunu merak ediyorum. O idealin gerçekteki devamı olmasa da, en azından bana onun bir devamı gibi geliyor. Yani, 19. yüzyılın ikinci yarısını dışarıda bırakacak şekilde. Söylemek gerekir ki bu tamamen içgüdüsel olarak gerçekleşti, düşünerek değil. Dünyanın geleceğini düşündüğümüzde, her zaman, onun şimdi gittiğini gördüğümüz gibi gitmeye devam ederse varacağı yeri kastediyoruz; düz bir çizgi değil de bir eğri çizerek ilerlediği ve yönünün sürekli değişmekte olduğu aklımıza gelmiyor. Avusturya'da ortaya çıkan iyi yapıtların (Grillparzer, Lenau, Bruckner, Labor) özellikle anlaşılması güç olduğunu düşünüyorum. Bunlar bir anlamda başka her şeyden daha ince ve hakikatler, asla ihtimal dahilindekilere yaklaşmıyor. İyi olan, kutsaldır da. Tuhaf ama bu benim etik anlayışımı özetliyor. Doğaüstünü ancak doğaüstü olan ifade edebilir. İnsanlar iyiye yönlendirilemez; ancak şuraya-buraya yönlendirilebilir; iyi, olgu uzayının dışında yatar. Geçenlerde Arvid'le (Arvid Sjögren, Wittgenstein'ın yeğeni Clara Salzer'in eşi ve Wittgenstein'ın dostu. ç.n) sinemada çok eski bir film seyrettikten sonra ona şunları söyledim: Modern bir filmin eski bir film karşısındaki konumu, bugünün bir otomobilinin 25 yıl önce yapılmış bir otomobil karşısındaki konumu gibi. Verdiği izlenim onunki kadar gülünç ve sakar, ve film yapımındaki iyileşmenin tarzı otomobillerde gördüğümüz teknik iyileşme türüyle karşılaştırılabilir. Sanatsal bir tarzdaki iyileşmeyle eğer buna iyileşme demek doğruysa karşılaştırılamaz. Modern dans müziğinde de herhalde tamamen aynı şey oluyor. Caz dansı, film gibi, iyileştirilebilecek bir şey olmalı. Bütün bu gelişmeleri bir tarzın oluşumundan ayırt eden şey, bunlarda ruhun hiçbir rol oynamaması. Bugün iyi bir mimarla kötü bir mimar arasındaki fark, kötü mimarın her ayartmaya kapılması, iyi mimarınsa bunlara direnmesidir. Bir yerde şunu söylerken herhalde haklıydım: Eski kültür bir moloz yığını haline gelecek, sonunda da bir kül yığınına dönüşecek; ama bu küllerin üstünde ruhlar dolaşacak. Kişi sanat yapıtının organik bütünlüğünde görülen çatlakları samanla tıkamaya çalışır, vicdanını yatıştırmak için de en iyi samanı kullanır.