Kitap Tanıtımı |
Mansur haşin ve asık suratını yüzüme çarparcasına bana baktı ve ayağa kalkıp dedi ki:
"Hoş geldin, Ya Ebu Hanife, otur yanıma"
Güç-bela ilerleyip yanına oturdum.
Teşrifatçıyı çağırıp ona sevik getirmesini istedi. Sevik getirildiğinde kadehi bana uzattı:
"Hadi, iç!"
Sevik zehirliydi. Bunu fark etmiştim. Mansur beni zehirleyerek öldürecekti.
"Hayır, içmeyeceğim. Bana bunu içirtemezsin!"
"Hey askerler, gelin buraya. Bu adama şu seviki içirin zorla. İçmezse boğazından dökün!"
"Gerek yok, ver seviki, kendim içerim!"
Seviki içtikten sonra öfke ve gazapla kalktım yanından. Boş kase dermansızlıktan titreyen ellerimden yere düştü, bin parçaya bölündü. Sevikteki zehir tüm vücudumu cayır cayır yakmaya, midemi, bağırsaklarımı kurutmaya başlamıştı bile. Allah'a vuslat çok yakındı, bunu ta derinden hissediyordum.
"Hey, Ebu Hanife, nereye gidiyorsun?"
"Nereye olacak, senin göndermek istediğin yere gidiyorum. Sen saltanatınla kal bu dünyada, gözünü zulümler doyursun! Fani saltanatınla avun dur, ben asıl saltanat sahibi olan Allah'ımın yanına gidiyorum, onurumla, imanımla..." |