Kitap Tanıtımı |
Gözlerinden dökülüp, yanaklarında soluklanan ve aşağılara doğru nazlana nazlana yol alan, en sonunda da o iki şaheser çukurda yani gamzelerinde biriken gözyaşlarında boğulmuştum o otel odasında.
İçeride sarımtırak bir hava vardı ve dışarısı zifiri karanlıktı. Gizliden gözlerine bakmıştım, yakıcı bir soğukluk vardı etrafta. Sessizlik işgal etmişti her bir yanımızı, susuyorduk, gözlerimiz konuşuyordu sadece. Acıyı, hüznü, kederi, yalnızlığı ve umutsuzluğu konuşuyorduk ve o kalleş ayrılığı...
Gözlerindeki sağanağı gördükten sonra gözlerimi sana adamaya karar vermiştim ve kendimi. Ne kadar acı versem kendime o kadar mutlu oluyordum. Ellerimi duvarlara vurup kanatmak, koparmak istiyordum bedenimden, duvarları yumrukluyordum. Sesimi duyan yoktu, otel çalışanları da kendi köşelerine çekilmişlerdi. Ellerinden bir şey gelmiyordu ki zaten!
Geceydi, soğuktu. Yalnızlığımızı -ki bize en çok yakışan yanımızdı- sırtımıza yükleyip, dışarıda tüm hırçınlığıyla yağan yağmura aldırmadan, ele ele göz göze yürümeyi istiyorduk. Karanlıktan korkmuyorduk, soğuk etkilemiyordu bizi. |