Kitap Tanıtımı |
Şerhini yaptığımız Onuncu Söz-Haşir Risâlesi, îmânın iki mühim kutbundan birisi olan haşir rüknünü, aklî ve mantıkí delîllerle isbât eden, akıl ve kalbin mezciyle bu hakîkat-i âliyeyi zihne takrîb eden Risâle-i Nûrun bir şâheseridir.
Müellif (r.a)ın bu eserde takib ettiği metod şudur ki: Evvelâ âsârı eline alır. Âsâr üzerinde efâl-i İlâhiyyeyi isbât eder. Fiil, fâilsiz olmaz káidesine binâen, efâl üzerinde esmâ-i İlâhiyyeyi isbât eder. Daha sonra haşir meselesini o esmâ üzerine binâ eder.
İnâyet-i Rabbâniyye ile bu eseri şerhederken, Risâle-i Nûrun başka yerlerinde bulunan îzâhları bir araya toplamakla beraber, hem aklî ve naklî delîlleri serdettik. Hem de haşre dâir bir kısım âyât-ı Kurâniyyeyi de mevzû münâsebetiyle zikrettik. Ancak getirdiğimiz âyetler mahduttur. Zira haşre delâlet eden âyetler, Kurânın üçte birine muâdildir. Kitâbın hacmi büyük olmasın düşüncesiyle, o âyetlerden yalnız nümûne olarak bir kısmını zikrettik. Bir kısmının da sadece âyet numaralarını vermekle iktifâ ettik. Siz okuyucularımız, zikredilen âyetleri mehaz alarak, bu mânâdaki diğer âyetleri bulup haşir hakîkatının azametini onlarla daha iyi anlayabilirsiniz. Zira her meselede olduğu gibi, haşir hakkında da en evvel birinci söz, Allahın kelâmına aittir. Diğer bütün açıklamalar ise, Kurânın tefsîri hükmündedir.
Evet, hakkında bu kadar âyât-ı Kurâniyye ve delâil-i katiyye bulunan bir mesele, aslá şek ve şüphe götürmez ve götürmemeli.
Haşr-i cismânî, ism-i azamdan ve her ismin azamlık mertebesinden gelmektedir ve bin bir ism-i İlâhîye dayanmaktadır. Onuncu Söz-Haşir Risâlesinde ise, o esmânın bir kısmı ile vücûb-u vücûd ve tevhîd isbât edilmekte, haşr-i cismânî bunun üzerine binâ edilmektedir. Zira tevhîd-i İlâhî, haşr-i cismânîyi iktizâ eder ve tevhîdin bütün delîlleri, aynı anda haşrin de delîlidir. Bu cihette tevhîd Mânâm haşirsiz olmaz diye bizlere ilânât yapmaktadır.
Şu kâinâtın gidişatına dikkat eden bir insan, içinde iki unsurun devamlı olarak birbiriyle mücâdele hâlinde olduklarını, bunların bir tarafa doğru akıp gittiğini görecek, neticede bir gün bu iki unsurun birbirinden ayrılıp Cennet ve Cehennem şeklinde karâr kılacaklarına hads-i katî ile inanacaktır. Evet, gece-gündüz, kış-yaz, nâr-nûr, sıcak-soğuk, güzel-çirkin, hayr-şer, îmân-küfür, mümin-kâfir, melek-şeytân gibi unsurların birbiriyle çarpışması bu dâvâmızı isbât etmektedir.
Kezâ bu eser, bu asırda îmânı zafa uğramış, teslîmiyyeti kırılmış olan müminlerin, haşr-i cismânî hakkındaki îmân ve teslîmiyyetlerini takviye eden bir eserdir.
Kurâna baktığımız zaman, ehl-i küfür ve dalâletin inkârlarının temelinde, haşir ve neşir rüknünü inkârın yattığını görürüz. Zira ehl-i küfür ve dalâlet, böyle muazzam bir hakîkatı akıllarına sığıştıramadıklarından, bu meseleyi istibâd ile inkâr ediyorlar. Halbuki bu eser ve şerhi, katî olarak isbât etmiştir ki; haşr-i cismânî, hem bütün esmâ ve sıfât-ı İlâhiyyece, bâhusûs kudret-i İlâhiyyece gáyet kolay, hem tekvînen gáyet münâsib ve rahat, hem teklîfen binlerce âyâtla müdellel ve enbiyâ, evliyâ ve asfiyânın sâdık ihbârâtı ile müberhen, hem fıtrat-ı selîme ve akl-ı müstakímce gáyet makúl, hem insanın nihâyetsiz acz ve fakrı noktasında gáyet elzem ve münâsibtir. Bütün bu noktalar isbât eder ki; haşr-i cismânî vukú bulacaktır ve vukúu nihâyet derecede zarûrîdir.
Şu kâinâtın Hâlıkı, âsârının şehâdetiyle nihâyetsiz bir hikmet ve rahmete mâliktir. O Hakîm ve Rahîm isimleriyle müsemmâ olan Zât-ı Akdes, şu nihâyetsiz hikmet ve rahmetini zîşuûra ders vermek için, peygamberleri ve onların başında Resûl-i Ekrem (a.s.m)ı, semâvî kitapları ve onların başında Kurân-ı Azîmüşşânı rahmeten irsâl ve inzâl buyurmuştur. Bütün peygamberlerin ve münzel kitapların en hakîkî dâvâsı, tevhîdden sonra haşir üzerinde temerküz etmektedir. Şâyet haşir gelmezse, Allah o nihâyetsiz hikmet ve rahmetini, abesiyyete ve merhametsizliğe inkılâb ettirmiş ve bütün peygamberleri ve münzel kitapları da yalancı çıkarmış olacaktır. Yani bin kere hâşâ! Hem Kendisini, hem de o sâdık dostlarını tekzîb etmiş olacaktır.
Bu ise nihâyetsiz bir çirkinlik ve sâdık dostlarına karşı bir hakárettir. Bütün kemâl ve cemâl sıfatlarıyla muttasıf olan bir Zât-ı Akdes, elbette böyle bir çirkinliği ve hakáreti işlemekten münezzehtir. O hâlde haşir ve neşir haktır, mîzân haktır, muhâsebe haktır, sırât haktır, Cennet ve Cehennem haktır ve bu zikredilen hâdiselerin vukúu kesindir. Bu mesele asla şek ve şüphe götürmez. Demek hikmet ve rahmet-i Rabbâniyye ve hikmet-i hilkat-i âlem, ancak haşr-i cismânî ile tahakkuk eder.
O Rahîm-i Mutlak, sadece Resûl-i Ekrem (a.s.m)ın ubûdiyyeti ve duâsı için de olsa, yine Onu ve Onun etbâını mesûd etmek için, dünyânın kapısını kapatacak, âhiretin kapısını açacak, nev-i beşeri bütün yaptıklarından dolayı mahkeme-i kübrâya çekecek, muhâsebe-i amâl neticesinde onları ya Cennetle mükâfâtlandıracak, ya da Cehennem ile cezâlandıracaktır. Bu, Onun esmâ ve sıfâtının, bâhusûs nihâyetsiz rahmetinin iktizâsıdır.
Her bir mümin, bu haşir akidesine göre hayâtını tanzîm etmeli, bunun için kitap ve sünnetin tâyin buyurduğu ölçüler dâhilinde hareket etmeli, şirkin bütün envâından, her türlü meâsî ve şübehâttan şiddetle uzaklaşmalıdır. Îmân, ibâdet ve takvâ ile şu kısacık dünyâ hayâtını geçirmeli, rızâ-i İlâhîyi tahsîl etmeye gayret göstermeli, böylece selâmetle kabir kapısını çalıp, rahat-ı kalble saâdet-i ebediyyeye girmelidir.
Yâ Rabbî! Bizi hidâyete ermiş olan sâlih kullarından eyle. Âmîn |