Gümüş Güvercin
ISBN 9789750815201
Yayınevi Yapı Kredi Yayınları
Yazarlar Kayhan Yükseler (translator) | Andrey Beliy (author)
Kitap Tanıtımı Andrey Belıyın Rusya tarihinin felsefesi üzerine tasarladığı epik üçlemenin ilki olan bu romanında, Doğunun okült (gizlicilik) güçleriyle kuşatılmış bir kişilikten yola çıkarak, Rusyanın Doğu ve Batı arasındaki konumu ele alınıyor. Olaylar Rusyanın bir köyünde geçer. Romanın başkişisi Daryalski Batı ve antik kültürü özümsemiş, okült öğretisiyle tanışmış, ama yeni bir gerçekliğin peşinde koşan tatminsiz genç bir aydındır. Sonunda kenti terk edip bir köyde yazlık bir ev kiralar. Güvercinler adlı mistik bir tarikatın üyesi olan köylülerle tanışır ve onlara katılarak köye yerleşir. Halkla kaynaşmaya ve derinliklerine girmeye çalışarak köy yaşam tarzı sürmeye başlar. Köylülerin esrimeye varan tutkulu mistisizmi ve tarikat üyesi bir kadınla yaşadığı aşk onu burgaç gibi içine çeker. Doğu ile Batı arasında gidip gelen Daryalski katıldığı tarikatın Rusya değil, Doğunun karanlık uçurumu olduğunu çok geç de olsa anlar ve kurtulmak için bu Rus köyünün karanlık, okült güçleriyle umutsuz bir mücadeleye girer. Roman Rusyanın kurtuluşu nerededir, Doğuda mı, Batıda mı? geleneksel sorusuna bir yanıt denemesidir. Tadımlık SUNUŞ Rusyanın geleceği üzerine yeni arayışlara giren Andrey Belıy, 1909dan itibaren Rusya tarihinin felsefesi üzerine (Doğu ve Batı) bir epik üçleme tasarlamıştı. Sonradan değişiklik yaptığı bu üçlemenin ilki Gümüş Güvercin romanıdır. Doğu ve Batının karşıtlığı üzerine kurulu bu epik roman 1905 Burjuva Demokratik Devrimi sonrası bir dönemde geçiyor. Belıy, ruhu ve biçemi Gogolü hatırlatan bu yapıtında, Gogole gizli, açık göndermelerle: Rusyanın kurtuluşu nerededir; Doğuda mı, Batıda mı? geleneksel sorusuna yanıt vermeyi deniyor. Olaylar Merkezî Rusyada bir köyün çevresinde geçer. Romanın başkişisi şair Pyotr Petroviç Daryalski, Batı ve antik kültürü özümsemiş, mistik-okült öğretisiyle tanışmış, ama iki arada bir derede kalarak yeni bir gerçekliğin peşinde koşan tatminsiz genç bir aydındır. Sonunda yüzünü Batıdan Doğuya çevirir. Halkın arasında huzur bulmak ve gerçeği aramak için sığındığı Gogolevo köyünde arkadaşı Şmidtle birlikte yazlık ev kiralar, kırlarda, ormanlarda alır soluğu. Kökleri Almanlara uzanan soylu bir aileyle tanışır ve onların malikânesine yerleşir, ailenin bir üyesi olan Katya ile yaşadığı aşk onu tatmin etmez. Katyanın büyükannesi barones Todrabe-Graabenanın küçümser tavırları onu Katyadan büsbütün uzaklaştırır. Bir gün yolu Tselebeyevo köyüne düşer, kilisede karşılaştığı köylü kadın Matriyona, Daryalskiyi derinden etkiler ve tutkularını tutuşturur, kadın onu Katyadan ve hâlâ Batı rüzgârlarının estiği malikâneden kopararak, kırlara, tarlalara, emeğe, tere, çamura, Doğunun karanlık dünyasına, dinsel-devrimci esrimelerin çılgınlığına götürür. Kadının içinde bulunduğu, ayinleri Hlısti mezhebine (ünlü Rasputinin mensubu olduğu mezhep) benzeyen gizemci Güvercinler topluluğuna katılarak köye yerleşir, halkla kaynaşmaya ve derinliklerine girmeye çalışarak köy yaşam tarzı sürmeye başlar, köylülerin esrimeye varan bu tutkulu mistisizmi onu burgaç gibi içine çeker, Matriyonada kendisini bireyselliğin dar sınırından taşıran ve çekip yutan bir tutku ve susuzluk tadar. Diyonisyak tutku ve esrimelerle iç karışıklığı ve kendi kendini duyumsama kaybı yaşayan Pyotr kendini tamamen Güvercin topluluğuna teslim eder. Katya nişanlısını Güvercinlerden kurtarmak için bütün gücüyle uğraşır, ama Matriyona buna izin vermez, Pyotru ağına düşürmesi için kadına yardımcı olanlar başta topluluğun lideri, nikâhsız kocası Kudeyarov olmak üzere tarikat üyeleridir. Topluluğun Tanrıana rolü biçtiği Matriyona, Daryalskiden bir çocuk dünyaya getirmeye zorlanır, onunla ilişkiye girmesi sonucu doğacak bebeğin kendi tanrılarının (Kutsal Ruhun) cisimleşmiş biçimi olacağını ve kurtuluşun bu bebekten geleceğini umut ederler. Daryalski bu yeni çevrede mutlu anlar yaşamasına rağmen, birtakım olayların itmesiyle sırtını döndüğü Batı özlemi yeniden içinde depreşir, Güvercinlerden kaçma planları kurar, ne var ki bu Rus köyünün karanlık, okült güçleri tarafından pusuya düşürülür. Belıy, bu ilk romanında, Doğu ve Batı, daha doğrusu Rusya ile Doğu ve Batı arasındaki temel sorunlardan birine sanatsal kurgu içinde bir yorum getiriyor. Romanda Rusyanın, halkın derinliklerinden gelen ezeli, mistik ve kurtarıcı gizine olan inanç Avrupanın karşısına çıkarılır. Daryalski, Batının pek çok sözü, sesi ve işareti yaydığı, kitapları ve bilimi bunlarla beslediği, Rus halkının çoğunluğunun ise ayyaş, kavgacı, küfürbaz ve cahil olduğu, buna rağmen bilinçaltında söylenmemiş pek çok söz barındırdığı üzerine uzun uzun düşündükten sonra, kendince şöyle bir sonuç çıkarır: ... Batıda çok kitap vardır, Rusyada ise pek çok söylenmemiş sözcük. Kitabın paramparça edildiği, bilimin tuz buz edildiği ve bizzat yaşamın kavrulduğu yerdir Rusya; Batı Rusyaya aşılandığı gün, dünya çapında bir yangın saracak Batıyı; yanabilecek her şey yanacak, çünkü küllerinden yeniden doğacak Cennet Ruhu-Ateş Kuşu (Anka) ve yeniden çırpacak kanatlarını... Daryalski, oturdukları sıcak köşelerinde Rusya üzerine ahkâm kesen, halkını küçümseyen, bilinçsiz bir sürü gibi gören aydınların zamanla kentin boğucu ortamından sıkılarak, bir gezgin gibi kendilerini kırlara atacağını düşünür: Ben de böyleyim der. Bu nedenle, geçmişteki Batı sevdasından ve tutkularından arınıp kendi özüne dönerken Rusyanın kurtuluşunu mistik dünyada araması bir rastlantı değil: Bu yeni uzamda sanki her şey, ışıltılı bir ihtişamla donatılmış gibiydi. Belıyın Güvercinlere ve Pyotrla Matriyonanın ikili hikâyesine bakışına gelince, yazar bir yandan tarikat üyelerinde, halkın uzak geçmişten gelen mistik gücünü oluşturan aydınlık köklerini görürken, öte yandan bu örgütsüz, denetimsiz mistik gücün daha karanlık ve bu yüzden yok edici olduğunu anlatmaya çalışır. Matriyona, Daryalski için, hem vahşi bir kadın, hem ıtırlı bir yüz, hem gezip tozan ahlaksız bir kadın, hem de anayurdunun öz kız kardeşi olur.