Kitap Tanıtımı |
“Şurada, sahnede kendimi terkedilmiş, çok büyük düşlerle yapayalnız hissediyorum. Hüzünlü bir sisin içinde koşuşturanları görüyorum. Maskeli insanlar dünyasının telaşı bu...Oysa ki ömrümce anlattım; bir tiyatro oyunu gerçek yaşamın hızıyla gelişir; sahne aydınlandığı an hiçbir şeyi düzeltemezsin artık! Neyse odur. Her şey söylendiği gibi gerçektir, daha nasıl anlatmalı bilmem ki? Hamlet’in ölürken mırıldandığı gibi “geriye sessizlik kalır’’ sadece.Demek ki biraz sonra salonun ışıkları sönecek ve oyun bitecek… Zamanı geldi. Bu dünyadan ışıklar içinde ve hafifçe uçup gitmeliyim. Tıpkı tragedyaların sonunda, seyirci nasıl gönlü hüzünle dolu, alkışlamak için ölmemi bekliyorsa öyle! Kadınlar... kadınlar beni bir çocuğu sever gibi sevdiler. Erkekler aşk dolu... Ben de bu yüzden aşklarımın her birini bir çocuk nasıl severse öyle sevdim. Hepsini sevdim. Hepinizi! Bir gece? Bir ömür? Ne fark eder ki?Hepinizi yanıma çağırıyorum... Tek başıma ölmemeliyim. Ve ben, krallığını yitirmiş, ünvansızBen ki, bir hayaletten farksız,Görkemli orduların önünde koşturamam,Göksel kahramanları kovalayamam artık.Ama umut edebilirim; ben bir oyuncuyum.Aşkların ve öfkelerin çocuğuyum!’’ (Hayrettin Filiz’in, “Sarah Bernhardt” adlı oyununun final sahnesinden, 2006) (Tanıtım Bülteninden) ) |