Kitap Tanıtımı |
Stein Ringen, ABD ve Büyük Britanya gibi demokrasi kalelerinin bile demokratik devlet idealinden uzaklaştığı, vatandaşların siyasi sistemlere karşı güveninin giderek azaldığı bir dünyada, demokrasinin temel değerlerini ve nasıl korunacağını sorguluyor.
Yazar, eğitimde fırsat eşitsizliği, yoksulluk, ailenin toplumsal ve ekonomik rolü ve kişinin tercihleri doğrultusunda istediği gibi yaşama özgürlüğünün önündeki ekonomik engelleri, günümüzde demokrasinin temel sorunları olarak ele alıyor. Bu sorunları çözümlerken, bir yandan da bir an önce hayata geçirilmesi gereken demokratik reformlar öneriyor.
Tadımlık
DEMOKRASİ GALİP GELDİ. Çekişme son buldu. Çoğu ülke bir tür demokrasiyi benimsemiş durumda ve bütünüyle demokratik olmayan öbürlerinin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Ama yurttaşlar başka yöne gidiyor. Demokrasiyi daha az umursuyor, ona daha az inanıyor, ona daha az katılıyor ve yönetişim tarzına daha az güveniyor.
Bu kitapta genellikle en sağlam sayılan demokrasilerin içyüzüne bakıyor ve hepsinin eksik -ve büyük olasılıkla da gerileme içinde- olduğunu saptıyorum. İskandinav demokrasileri gibi, karşılaştırmalı bir ölçüyle en iyi olanlar bile mutlak bir standart açısından bakılınca bayağı yetersiz kalıyor. Demokrasinin artık güvencede olduğunu düşünürsek, yanılmış oluruz. Demokrasi nicel olarak, yani dünyadaki demokrasilerin sayısı bakımından güçlü, ama nitel olarak, yani bu demokrasilerin performansı bakımından zayıf.
Eğer demokrasi gerileyecek olursa, uğrayacağımız kayıp ölçülemeyecek kadar büyük olur. Bu kayıp, sıradan kadın ve erkeklerin, çocukların ve ailelerin kendi isteklerine ve emellerine göre yaşama özgürlüğü ve güvencesi alanında gerçekleşecek. Esenliğimiz alanında gerçekleşecek.
Kazandığımız şeylerin elden çıkabileceğini düşünmüyor olabiliriz. Ama böyle olabilir, özellikle de demokratik yönetim altında bir süre yaşama talihine ermiş olanlarımız bunun bizim için ne anlama geldiği konusunda unutkanlığa düşecek olursa. Demokrasi elbette elimizden alınabilir; her zaman böyle bir tehlike vardır. Yahut düpedüz solup gidebilir; bu belki de daha yakın bir tehlike. Demokrasi dağılarak demokratik biçimsellik çerçevesinde despotik gerçekliğe, yani demokrasiyi Amerikada en gelişkin biçimiyle serpilirken gözlemleyen Alexis de Tocquevillein daha sonraları hiçbir siyaset uzmanının erişemediği bir kavrayışla 1830larda bizi uyardığı despotisme douxa dönüşebilir. Belki daha şimdiden bu despotizme batmış durumdayız; ne de olsa yurttaşların hâlâ özgür olduklarını sanırken bir kısıtlanmışlık tuzağına düşebileceğini görmek Tocquevillein dehasına özgüydü. Onun dönemi bizimkinden pek farklı değildi: Demokrasinin yayıldığı ve içsel gelişim yönünün dengede olduğu bir devrim sonrası dönemdi bu. Gördüğü tehlike örtüktü; demokrasinin yerini sert ya da zalim bir yönetime bırakmasından ziyade merkezileşmiş yönetimin baskın hale gelmesi ve kolaycılık, bencillik, rahatlık ya da yanlış anlama yüzünden yurttaşların eziyet görmeseler bile alçaltılmaya boyun eğmeleri olasılığı söz konusuydu. Altıncı bölümde pekâlâ böyle bir noktada olabileceğimizi ileri sürmekteyim.
Tehlike iki cenahtan geliyor: Demokratik siyaset mekanizmasının kusurları ve bizzat yurttaşların demokratik yurttaşlığı anlama ve uygulama tarzı. Birincisini ilk üç bölümde, ikincisini ise sonraki üç bölümde ele alacağım. Kitap boyunca verdiğim mesaj her iki tehlikeye karşı dikilmemiz ve demokrasiyi sadece savunmakla yetinmeyip geliştirme yönünde de kararlı bir çaba göstermemiz gerektiğidir. Demokrasiyi korumanın yolu çokça yaptığımız gibi ona alkış tutmak değil, nadiren yaptığımız gibi onu reforma tabi tutmaktır.
Konuya demokrasinin ne olduğuna ve neyin birini öbüründen daha iyi kıldığına dair sorularla başlayacağım. Demokrasinin niteliği konusunda son derece bulanık görüşlere sahibiz. Bu ana kavramla ilgili anlayışımıza katkıda bulunmayı umuyorum. Daha sonra ekonomiye yöneleceğim. İktisatçı Arthur Okun Equality and Efficiency (1975) adlı küçücük harika kitabında, ekonomik gücün siyaset alanı sınırlarını (kendi ifadesiyle) ihlal etmesine karşı uyarıda bulunur ve bunun ABDde Amerikan değerlerini yansıtmayan bir tarzda yoksulluğun siyasal düzeyde kabulüne yol açtığını ileri sürer. Böyle ihlallere karşı koymak açısından, ekonomik demokrasi kavramına (gerçekçi olacağını umduğum) yeni bir soluk getirmeye çalışacağım. Son olarak, yönetişim konusu ve demokratik devletlerin baskın hale gelmeksizin gerekli yönetimi nasıl sağlayabileceği ve sağlaması gerektiği sorusu üzerinde duracağım. Prizmam ise refah devleti, yani modern kapitalizmde aşırılık tehlikesini de içeren büyük uygarlaştırıcı proje olacak. Yatırıma dönük bir refah devleti için fikirler ortaya koyacağım.
Son üç bölümde demokrat yurttaşları ele alacağım. Bu yurttaşlar özgürlük ve esenlik için demokrasiye bel bağlarken, demokrasi de aynı ölçüde onlara yurttaş olma yeterliklerine ve yurttaşlığa ilişkin inançlarına dayanır. Yoksulluk özgürlüğü yıkıma uğratır. Birleşmiş Milletler dünyayı yoksulluk belasından kurtarmaya yönelik binyıl hedeflerini görkemli bir şekilde kabul etmiş bulunuyor. Bu misyonu ciddiye alalım. Dördüncü bölümde yoksulluktan kurtulmanın ne anlama geldiğini açıklamaya çalışacağım. Daha sonra çoğu insanın yaşamının büyük bölümünü geçirdiği aileye yöneleceğim. Bu küçük kurum, değerleri ve normları beslemede hem maddi, hem manevi açıdan olağanüstü üretkendir. Son olarak, demokrasinin ana değer kavramı, yani özgürlük üzerinde duracağım. Isaiah Berlin özgürlük konusunda kısıtlanmışlık ideolojilerine sapabilecek fikirlere karşı çok yerinde bir uyarıda bulunuyor. Bu anlayışla önereceğim gerçek özgürlük kavramının özgür yurttaş olmanın nimetleri ve külfetleriyle boğuşan bizler için yararlı ve aslında gerekli olduğu kanısındayım. |