Kitap Tanıtımı |
Ben, diye bağırdı Keops, sonsuzluğum ben. Victor Hugo dünyanın hâlâ ayakta duran tek harikasını, Gize Piramitlerinin en büyüğünü işte böyle konuşturur. 4500 yılı aşkın bir süre önce Firavun Keops, Kefren ve Mikerinos tarafından dikilen yüzyıllara meydan okuyan bu devasa mezarlar hem çok büyük bir hayranlık hem de en çılgınca spekülasyonları uyandırmaya hep devam etti. Tutkulu bir tarihyazıcı kimliğiyle Jean-Pierre Corteggiani çeşitli çağların tanıklıklarıyla bilimsel gerçekleri karşı karşıya getiriyor, efsaneden gerçeğe, Büyük Piramitlerin yeniden keşinin henüz bitmemiş öyküsünü anlatıyor.
Tadımlık
BÖLÜM 1
HERODOTOSTAN BONAPARTEA
Ünlü Arap coğrafyacısı ve gezgini İbn Battuta yaklaşık çeyrek yüzyıl süren uzun yolculuğunun hikâyesini kaleme alırken şunu ekliyordu: Anlatılanlara göre bir Mısır kralı [Surid] tufandan önce kendisini dehşete düşüren bir rüya görmüş. Bu rüya yüzünden, bilgilerin deposu ve kralların mezarı olarak kullanılmak üzere Nilin batı kıyısında bu piramitleri inşa etmek zorunda kalmış. Gizedeki üç piramidin öteden beri insan zihni üstünde yarattığı tuhaf büyülenmeyi açıklayan bütün nedenleri İbn Battuta birkaç sözcükle aktarıyordu. İnsanoğlu sadece orada olanı görmeye razı olamıyordu bir türlü: Mezarlar, dev mezarlar elbette, ama mezar işte.
Piramitler gerçekten de IV. Sülale döneminde (İÖ yaklaşık 2650 ile 2450 arasında) hüküm süren Keops, Kefren ve Mikerinos adlı firavunların mezarlarıdır. Piramit sözcüğü akla hemen onları getirse de (çünkü bütün öbür piramitleri gölgede bırakıyor ve özetliyorlar) şunu hatırlatalım ki Mısırda, Gize, Sakkara, Meydum, Dahşur, Ebu Ruaş (Ravaş) vbde yüzü aşkın boy boy piramit inşa edilmiştir.
Firavunların Mısırı ölçüsüzlüğün tekelini elinde tutmaz. İlk Çin imparatorunun ve pişmiş topraktan binlerce askerinin mezarı piramitlerden aşağı kalmaz ama Kin Şi Huangdinin mozolesi insanların imgeleminde Piramitlerin tuttuğu yeri tutmaktan çok uzaktır. Ne de, beş bin kilometre uzunluğunda olmasına rağmen Büyük Çin Seddi. Aslında, başka hiçbir uygarlığın hiçbir anıtı bu inanılmaz taş kütleler kadar şaşkınlık, hayranlık ve spekülasyona yol açmamıştır. Yunanlılar bu yapılara pyramis adını verdiğinde Piramitler iki bin yaşındaydı. Etimolojisi hâlâ belirsiz olan bu sözcüğün kazandığı başarı onları şaşırtmış olsa gerektir.
Sonsuzluğa yönelik mezarlar
Sonraki kuşaklara böyle anıtlar bırakmak yeterliymişçesine Eski Mısırlılar bu konuda pek konuşkan davranmamıştır, Yeni İmparatorluka ait özel mezarların üstünde yer alan küçük tuğla piramitlerin çok sayıdaki tasviri bir yana bırakılacak olursa, Büyük Piramitlerin sadece bir tek tasvirini biliyoruz: Sfenksin yakınında, Montuher diye birinin II. Ramses dönemine ait steli üstünde.
XVIII. ve XIX. Sülale döneminden (İÖ yaklaşık 1543-1187) birçok okur-yazar kâtibin, hayranlıklarını dile getirmek için çevrede bıraktıkları birçok duvar yazısından, Sakkaraya turist olarak gelip Zoserin basamaklı piramidini gördüklerini biliyoruz. Piramitlerin en eskisini görmeye gidenler, Gizeye, en büyük piramitleri henüz sağlamken görmeye de gidiyorlar mıydı acaba? Olabilir, çünkü o piramitlerin üstündeki kaplamayı hâlâ yerli yerindeyken gören ilk gezginler birtakım yazıtlardan söz etmişlerdi, ama durum gerçekten öyle idiyse bile, hayranlık dolu yorumlar piramitleri kaplayan ince kalkerle birlikte yok olmuştur.
Açıktır ki en baştan itibaren piramit sonsuzlukla eşanlamlıydı. V. Sülalenin sonundan itibaren kraliyet mahzenlerinin duvarlarını kaplayan, Piramit Metinleri denilen mezar yazılarında bu görülmektedir. Kraliyet mezar yapısı kusursuz bir durumda olsun ve sonsuza dek ayakta kalsın diye, bütün tanrılar defalarca anılmıştır; aynı şeye bambaşka bir biçimde, edebi bir metinde de, British Museumda korunan Chester Beatty IV papirüsünde rastlanır, söz konusu metinde kâtibe, yani yazara övgü düzülür ve özetle bir kitabın, yazarına, sonsuzluğu bir piramitten çok daha iyi sağladığı anlatılır.
İlk tanık
Piramitlerin ilk betimlenişini Tarihin Babasına borçluyuz: İÖ V. yüzyıl ortalarına doğru Mısırı gezen Herodotos Historiainin (Herodot Tarihi) II. kitabından birkaç sayfayı (Euterpe, 124-134) Gizenin saygın anıtlarına ve bunları inşa edenlere ayırır. Tanıklığı yabana atılamayacak birtakım yanlışlar içerse de önemlidir çünkü yaklaşık yirmi beş yüzyıldır Piramitlerle ya da sözde sırlarıyla ilgilenen herkes, Herodotosun yazdıklarından sadece kendi inançlarını destekleyenleri korumak için de olsa hep alıntı yapmış, onu kullanmış ya da yorumlamıştır.
Herodotosun tanıklığının en önemli bölümü Büyük Piramitin inşası üstünedir. Ama iyi okunursa, anlattığı sürecin sadece son aşamayı, yani ince Tura kalkerinden kaplamanın kısa tahta parçalarından yapılma makineler yardımıyla (Euterpe, 125) konuluşunu kapsadığı fark edilir. Sık sık ileri sürüldüğü gibi, bu makinelerin iç basamakları yapmakta kullanıldığına ilişkin hiçbir kanıt yoktur; Herodotos rampalar kullanıldığını ima etmiyorsa, yüksek tapınakla alçak tapınağı bağlayan dolma yolu taşların sürüklendiği bir yol diye düşününce, bu inşaat tekniği ona aşikâr görünmüştür de ondan diye düşünülebilir.
Zamana meydan okuyan tek harika
Zamanın Piramitlerden korktuğunu söyleyen Arap atasözünü doğrular biçimde, bu anıtların Dünyanın Yedi Harikasından günümüze kadar ulaşan yegâne yapılar olduğu vurgulanmıştır. Apaçık ortadadır bu ama yine de ufak ayrıntıları belirtmek yararlı olacaktır, çünkü Piramitlerden söz eden yazarlara göre ya da Antikçağın mimari başyapıtlarının dökümünü yapan değişik listelere göre on dört tanesi biliniyor insan dehasının istisnai bir uygulaması olarak kabul edilen, Gizedeki üç piramitten oluşan topluluk değildir her zaman.
Gerçekten de, İÖ I. yüzyıl başında, Yunanlı şair Sidonlu Antipatrosun bir epigramında yüksek piramitlerdeki devasa çalışmadan söz edilir; Dünyanın Yedi Harikasının ilk listesi budur; harikaların İS IV. ya da V. yüzyıla doğru Bizanslı Philon (İÖ III. yüzyılda aynı adı taşıyan İskenderiyeli bilginle karıştırılmaması gereken, tanınmamış bir hatip) tarafından oluşturulan kanonik listesi Memfis Piramitlerinden de |