Kitap Tanıtımı |
Bazen kaybederiz; umudumuzu, sevdiklerimizi ve sonunda kendimizi...
Hayata yenik başladığını düşünüyordu.
Çok şey kaybetti, kaybederken kazandıklarını hiç görmedi.
Ayaz, bir insandan çok bir coğrafya idi.
O coğrafyanın en sert özelliklerini taşıyan bir adam ve onun çileli yolculuğu.
Puslu bir vakitti sarmalayan o gece şehri... Gökyüzünde çatırdayan bir depremin dalga dalga yayılan kükreyişinde uyandı gecenin öksüz kuşları.
Utandı bulutlar bu arsızlığa, döktü usulca gözyaşlarını uzakların ötesinden izlediği sonsuzluğa.
Şimdi kahrolası bir rüzgâr taşıyordu arşın saf ruhunu.
Art arda çakan şimşeklerin böldüğü gecede, bu koca şehrin kirli sokaklarında bir adam yürüyordu yine, her adımda ezerek gecenin yüreğini.
Parkasından kan damlıyordu kimsesizliğin orta yerine, kimselerin haberi yoktu yaralanmışlığından.
Ve sabah henüz çok ötelerdeydi, son veremezdi gecenin yeryüzündeki hâkimiyetine.
Sokak lambaları bile korkup sinmişti karanlığa; bütün ışıkları söndüren karanlık sadece kendi görsel şölenini izletiyordu o gece kâinata.
Bir adam, eli yüzü kan içinde, attığı adımlar idrakinden hür; yürüyüp gittiği yol meçhul.
Aniden yandı gece, korktu sokaklar, bir nara kopup geldi ötelerden. Yaralı olan durup dinledi bu haykırışı; baktı gökyüzünün en karanlık katına.
Bir ses daha böldü geceyi; bir ses durdurdu atan bir yüreği. Yığılıp kaldı yaralı olan, şehrin kirlenmiş sokaklarına. Kimseler şahit olmadı bu cinayete, gecenin karanlığından başka. |