Kitap Tanıtımı |
İnsan haklarına gerçek anlamda -etkili- koruma sağlanabilmesinin ön koşulu, devletlerin tüm organ, kurum ve kuruluşlarıyla hukuka bağlı olmaları ya da hukukun üstünlüğünü esas kabul etmeleridir. Bununla birlikte, devletlerin hukuka bağlı olduklarını açıklamaları veya hukukun üstünlüğünü temel metinlerinde kabul etmeleri, bu açıdan, yeterli değildir; ayrıca, bunu hayata geçirecek kurumlara etkin bir biçimde işlerlik kazandırılması da şarttır. Bunun böyle olduğunu, tüm totaliter devletlerin anayasalarında insan haklarına saygılı olduklarının yazılı olmasına karşın, insan hakkı ihlallerine, en çok, bu devletlerde rastlanıyor olması, açık bir biçimde göstermektedir. Salt anayasalarda bu yolda ibarelere yer verilmesi, insan haklarına etkin koruma sağlamada yetersiz kalmaktadır. İki yüzyıldan beri, hukuka bağlı ya da hukuku her şeyin üstünde kabul eden devlet tipine, -Hukuk Devleti- -Etat de droit- denilmektedir. Bu devlet tipinin olmazsa olmaz koşulları vardır. Bir devletin, hukuk devleti sayılabilmesi için ilk koşul, o devletin anayasasında, kuvvetler ayrılığı ilkesinin kabul edilmiş olmasıdır. İkincisi; Yasama ve Yürütme Organlarının, hukukun üstünlüğünü ön kabulü ile faaliyette bulunmaları gereklidir. Üçüncüsü; Yasama ve Yürütme Organlarının tasarruflarının anayasaya ve hukuka uygunluğu, tam anlamıyla bağımsız Yargı Organınca denetimine açık bulunmalıdır.
Kuşkusuz, Yasama ve Yürütme Organlarına karşı her bakımdan bağımsız yargı organlarının denetimi, hukuk devleti uygulamasının yerleşmesinde en önemli unsurdur. Ancak, bu denetimin, a postoriori işlemesi ve zaman alıcılığı nedeniyle, insan haklarının etkili korunmasında, bekleneni zamanında verememesi olasıdır. Öncelikle; devletin organ, kurum ve kuruluşlarının faaliyetlerinde hukuk sınırları içerisinde kalmaları, bu koruma için zorunludur. Bu bakımdan olması gereken de, Yasama ve Yürütme Organlarının ve, özellikle de, yürütme organına bağlı idarenin ajanlarının, hukukun üstünlüğünü içselleştirmeleridir. Bununla birlikte; Hukuk Tarihi, bize, çok değişik nedenlerle -ki bunların içinde politik olanları öncelikle zikredebiliriz- bunun her zaman mümkün olmadığını ve olamayacağını göstermiştir. Başka anlatımla; kamu ajanlarının bireysel olarak kendilerini hukuka bağlı hissetmeleri ve hukuku her şeyden üstün görmeleri, tek başına, devletin üstlendiği kamu hizmetlerini yapmakla görevli idarenin hukuk içerisinde kalmasını sağlama konusunda yeterli olamamaktadır. Yapılması gereken, karar alma, idari işlem tesis etme ve eylemde bulunma sürecinde, idarenin ajanlarının hukuk ve hizmet dışı etkilerden uzak tutulmalarını sağlayacak veya bu etkileri asgari düzeye indirecek kuralların uygulamaya konulmasıdır. İdare edilenlere, yargı organlarında uygulanan usul kurallarının sağladıklarına benzer güvenceler öngören bu kurallara, idari usul kuralları denilmektedir. Batı da, 1990 lı yılların başında, Fransız Hukukunun hukuka bağlı idare anlayışına koşut olarak, Anglo-Sakson Hukuk terminolojisinde kullanılmaya başlanılan, iyi yönetişim -good governance- ilkeleri gereği, idari usul kuralları, kamu hizmetinin işleyişinde güvenirlik ve öngörülebilirliği, açıklık ve şeffaflığı, hesap verilebilirliği, katılımcı yönetimi, kamu hizmetinin etkin ve etkenliğini, kamu hizmetinden yararlanmada ve kanun önünde eşitliği sağlayabilmelidir. Bu gereklilik, Avrupa Birliği organlarınca da, üye ve aday ülkelerde, Avrupa Birliği müktesebatının etkin biçimde uygulanabilmesi için aranmaktadır. Ülkemizde, kamu idaresinin tüm faaliyet alanlarında geçerli usul kurallarını içeren genel bir idari usul kanunu mevcut değildir. Bu konuda yapılan çalışmalar sonunda ortaya çıkan kanun taslağı ise, henüz kanunlaşamamıştır. Aralık 1999 da yapılan Helsinki Zirvesi nde aday üyeliği kabul edilen Ülkemizin, Avrupa Birliği müktesebatına uyum çerçevesinde, bir an önce, iyi yönetişim ilkelerini hayata geçiren, tüm idari faaliyet alanlarını kapsayıcı, genel bir idari usul yasasını yürürlüğe koymasında zorunluluk vardır. |