Kitap Tanıtımı |
Şimdi izin verin de Ararat Dağı hakkında birşeyler söyleyeyim: Çünkü belli ki sabahın erken saatlerinde, uzaklarda, Türk sınırının ötesinde, belki yetmiş beş kilometre ötede dikilen bir Ararat Dağı vardı; sabahın açık, parlak erken saatlerinde; altın gün ışığı uçağın kanadında ve Ararat´ın uzaklardaki beyaz karları üstünde kıvılcımlar çakarken. Alışmadık bir görüntüydü...
Büyürken insan çocukluk efsanelerini budamayı öğreniyor; büyükannenin bahçesindeki meşe ağacı otuz yıl sonra da oradadır, ama daima daha küçük, daha hacimsizdir; daha küçük, hacimsiz. Ama Ararat daha büyüktü... orada tek başına duruyordu; düz ovada göğümüze yükselen devasa bir piramit ya da Maya tapınağı... Kaçınılmaz olarak Nuh´un gemisi! ... Başka nerede olacaktı? İriyarı bir Rus işadamı ayağa kalktı ve arkamızdaki koltuklara dayanarak, artık dönerek uzaklaşmakta olduğumuz büyük dağı göterdi. ´Ararat Dağı, ´ dedi. ´Güzel, ha? ...´ |