| Kitap Tanıtımı | Türk şiirinin çizgisini değiştirmiş, çok yönlü, evrensel boyutlu bir şair ve yazarın bu basım için yeniden gözden geçirilmiş, kaynak metinler esas alınarak düzeltilmiş "külliyatı"...
Bu bir türkü :-
toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü :-
alev bir saç örgüsü!
kıvranıyor;
kanlı, kızıl bir meş´ale gibi yanıyor
esmer alınlarında
bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla
güneşe giden
köprüden
geçtim!
Tadımlık
GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ
Bu bir türkü :-
toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü :-
alev bir saç örgüsü!
                          kıvranıyor;
kanlı, kızıl bir meşale gibi yanıyor
                                      esmer alınlarında
                         bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o  örgüyü,
ben de onlarla
                       güneşe giden
                                          köprüden
                                                   geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!
Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
yırtarak
gerindik!
Sıçradık;
şimşekli rüzgâra bindik!.
Kayalardan
kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!
 
Akın var
              güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
              güneşin zaptı yakın!
 
Düşmesin bizimle yola :
evinde ağlayanların
göz yaşlarını
boynunda ağır bir
zincir
gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi
kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!
İşte :
şu güneşten
düşen
ateşte
milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!
Sen de çıkar
göğsünün kafesinden yüreğini;
şu güneşten
düşen
ateşe fırlat;
yüreğini yüreklerimizin yanına at!
Akın var
              güneşe akın!
Güneşi zaaptedeceğiz
              güneşin zaptı yakın!
 
Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
toprak kokuyor bakır sakallarımız!
Neşemiz sıcak!
kan kadar sıcak,
delikanlıların rüyalarında yanan
o «an»
kadar sıcak!
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
ölülerimizin başlarına basarak
yükseliyoruz
güneşe doğru!
Ölenler
döğüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
 
                        Akın var
                                    güneşe akın!
                        Güneşi zaaaptedeceğiz
                                                 güneşin zaptı yakın!
Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
Kalın tuğla bacalar
kıvranarak
ötüyor!
Haykırdı en önde giden,
emreden!
Bu ses!
Bu sesin kuvveti,
bu kuvvet
yaralı aç kurtların gözlerine perde
vuran,
onları oldukları yerde
durduran
kuvvet!
Emret ki ölelim
emret!
Güneşi içiyoruz sesinde!
Coşuyoruz,
coşuyor!..
Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!
                        Akın var
                                    güneşe akın!
                        Güneşi zaaaaptedeceğiz
                                                güneşin zaptı yakın!
Toprak bakır
           gök bakır.
Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
Hay-kır
        Haykıralım!
1924
SALKIMSÖĞÜT
Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Birden
bire kuş gibi
vurulmuş gibi
kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!
Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!
 
Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!
Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat...
Atları rüzgâr...
Atları...
At...
Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!
Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
renkler silindi.
Siyah örtüler indi
mavi gözlerine,
sarktı salkımsöğütler
sarı saçlarının
üzerine!
Ağlama salkımsöğüt
ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
el bağlama!
ağlama!
1928
 
ORKESTRA
Bana bak!
Hey!
Avanak!
Elinden o zırıltıyı bıraksana!
Sana,
üç telinde üç sıska bülbül öten
üç telli saz
yaramaz!
Bana bak!
Hey!
Avanak!
Üç telinde üç sıska bülbül öten
üç telli saz
dağlarla dalgalarla kütleleri
ileri
atlatamaz!
Üç telli saz
yatağını değiştirmek isteyen
nehirlerde :-
köylerden, şehirlerden
aldığı hızla,
milyonlarla ağzı
bir tek
ağızla
güldüremez!
Ağlatamaz!
hey!
hey!
üç telli sazın
üç  telinde öten üç sıska bülbül öldü acından.
Onu attım
köşeye!
hey!
hey!
üç telli sazın
ağacından
deli tiryakilere
içi afyon lüleli
bir çubuk
yaptılar!
 
Hey!
Hey!
Dağlarla dalgalarla, dağ gibi dalgalarla dalga gibi
                                                                        dağ-lar-la
başladı orkestram!
Hey!
Hey!
Ağır sesli çekiçler
                          sağır
                                örslerin kulağına
                                                        Hay-kır-dı!.
Sabanlar güleşiyor tarlalarla,
                                              tarlalarla!
Coştu çalgıcı başı,
esiyor  orkestram
dağlarla dalgalarla, dağ gibi dalgalarla, dalga gibi
                                                                         dağ-lar-la.
                                                                                                             1921
PİYER LOTİ
Esrar!
  Tevekkül!
  Kısmet!
  Kafes, han, kervan
                        şadırvan!
  Gümüş tepsilerde rakseden sultan!
  Mihrace, padişah,
  bin bir yaşında bir şah.
  Minarelerden sallanıyor sedef nalınlar,
  burunları kınalı kadınlar
  ayaklarıyla gergef dokuyor.
  Rüzgârlarda yeşil sarıklı imamlar ezan okuyor!
İşte frenk şairinin gördüğü şark!
İşte
dakikada 1.000.000 basılan
kitapların
               şarkı!
Lâkin
ne dün
       ne bugün
                  ne yarın
böyle bir şark
                   yoktu,
                       olmayacak!
Şark
üstünde çıplak
                   esirlerin
                             aç geberdiği toprak!
Şarklıdan başka herkesin
orta malı    o |