Kitap Tanıtımı |
Yağmur dinmiş, yorgun çiselemesi de bitmişti. Ufkun üstündeki bulutlu gökte kızgın güneş alıcı ışıklarını aşağıya; dal, böcek, taş ve toprağa salarken sabah olmuştu. Yaz zamanıydı, doğa renk cümbüşüne dönmüştü. Serçeler şen şakrak daldan dala atlayarak, coşkuyla yaşanan mekânda yerlerini almışlardı. Böcekler, karıncalar, gökte gezinen bulutlar, birden bastıran sıcaklarda yerlerinde duramıyorlardı.Bozkırda beliren dört atlı, yorgun, ıslak, altlarındaki atları çatlatırcasına dörtnala sürmekteydiler. Atlar, vadiye rüzgardan da hızlı, nallarından şimşekler çıkartarak uçar gibi girmişlerdi. Çakırdikenleri, bodur çalılar, atların toynaklarını yaralamıştı. Kulaklarını geriye atarak yola devamda isteksizliklerini diretiyorlardı sürücülerine. Önde giden, dizginlerini çekerek atını yavaşlatırken; 'Atları dinlendirmemiz gerek. Hem biz de biraz dinlenmiş oluruz,' dedi. Öteki üç atlı, hiç konuşmadan homurtu şeklinde 'Olur,' yanıtı verdiler. Konuşmaya güçleri kalmamıştı. Ermeniler, katliam yaptıktan sonra, şeytanın bile aklına gelmeyecek bir yaygaraya başlıyorlardı. Çığlık çığlığa, 'Türkler bize saldırdı, kendimizi korumak zorunda kaldık. Yok mu bizi kurtaran! Ermeni ırkını yok ediyorlar!' İstisnasız bütün yabancı elçiliklere haber veriyorlardı. Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde de gazete ve dergilere yaygara kopararak demeçler veriyor, 'Katliama uğruyoruz yetişin!” şeklinde haberlerin basılmasını, kendilerinin katlettikleri Türk ve Kürtlere ait fotoğrafların, katledilen Ermeni masumlar olarak yayınlanmasını sağlamayı ihmal etmiyorlardı. 1915 ve 1916 yılları, Müslüman tebanın Ermenilerce kıyımının arttığı yıllar oldu. (Tanıtım Bülteninden) ) |