Kitap Tanıtımı |
"Bir muhasaranın acıklı hikâyesi"
"Hayatımıza girdiler." " Bizi kuşattılar." "Ve hâlâ da kuşatıyorlar."
Gazete, dergi, roman, tiyatro, sinema, radyo, televizyon, reklâm, video, CD, sms, bilboard, internet son 150 yılda hayatımıza peş peşe giren iletişim mecraları.
Çok değil, daha dedelerimizin, ninelerimizin, onların ebeveyninin zamanında akla hayale gelmedik "şeyler" şimdi "gerçek" oluyor. En geniş tabiriyle medya, adeta bir mitralyöz gibi; "kutsal"a, "biz"e, "yerel"e dair ne varsa amansız "tarakka"larla saldırıyor durmaksızın.
Bakalım başımıza taş ne zaman yağacak!
Hemen bütün medya mecraları, kitabî tanımlarının çok dışına savrularak, sizi bir büyük hokus pokusla, bir büyük pişkinlikle teslim alıveriyor. Tiyatroya gidiyorsunuz, "iççamaşırlı bir tiyatrocu" sahnede arz-ı endam ediyor. "Ailecek bir film seyredelim" diyorsunuz, Kemal Sunal minarede göbek atıyor. Cep telefonunuza zırt-pırt mesaj geliyor, filanca no´yu tuşlarsanız soyunan kızların cebinize ineceği "müjdeleniyor." Dedenizi/Ninenizi Hac yolculuğuna, bikinili bir top model uğurluyor. Bir dizi açıyorsunuz, Bülent Kayabaş "Besmele"yle rakı içiyor. İnternette "search" yapıyorsunuz, "İslâmî bir sayfa"yı okurken bile sağdan soldan reklâmlar sökün ediyor, size "geceyi partnersiz geçirmeyin" diyor.
Özetle bu bir "Medyatik Kuşatma"... Taammüden ve süreğen bir "kuşatma". "O taraklarda bezinizin olmaması" önemli de değil, çare de değil; tam bir "çıkış yok" hali bir koca ülkeye dayatılan.
Son zamanlarda roller ve kişiler değişse de sahne ve konu hiç değişmiyor. Demek oluyor ki durum hâlâ içler acısı.
"Medyatik Kuşatma", 1,5 asır önce başlayıp halen devam eden bir muhasaranın acıklı hikâyesini anlatıyor. |