Kitap Tanıtımı |
2010 yılının sıcak bir Haziran gecesiydi. Yeşilırmak nehrinin kenarında bir apartmanın dördüncü katında, elinde bir fotoğraf albümüyle gözlerimin içine bakarak, "yazar mısın bunları?" diye sorduğunda. "Elbette," demiştim, "elbette yazarım." Sonra, torba torba, Şaziment'in, diğer arkadaşlarının, ablalarının, öğretmenlerinin mektuplarını önüme yığdığında ve teker teker okuduğumda her bir mektubu, bildim ki yazmalıyım.
Anlatmalıyım, kalemimi tutup yazabildiğim kadarıyla, çocukluk hayallerinin nasıl yıkılıp yok olduğunu, gençlik umutlarının nasıl yeşermeden solup sarardığını. Sadece seni değil, diğer kahramanların senin öykünle kesişen öykülerini de anlatmalıyım ki bilinsin her şey acısıyla tatlısıyla...
1942 Ekim'inde bindiğin Amasya trenine seninle binmeyi ne çok isterdim bir bilsen. Binemedim elbette 1953 yılı daha doğmamıştı benim gibi ama, bana verdiğin o mektuplar yok mu, beşik gibi salladı beni Amasya'yla Ankara arasında. Gel istersen tekrar çıkalım yola, dolaşalım birlikte o eski mekanları zaman eğrisinde 1900'lü yılların başından başlayarak...
-A. Yavuz Oruç, 1 Aralık 2011- |