Kitap Tanıtımı |
Kocaman şarap fıçısı düşüp parçalanmıştı. Kaza arabadan indirirken olmuştu. Fıçı birden yuvarlanmış, çemberleri kırılmıştı; şimdi de, bir ceviz kabuğu gibi parçalanmış, şarapçı dükkânının hemen önündeki taşların üzerinde duruyordu.
Dökülen şarap kırmızı şaraptı ve Paris`te Saint-Antoine kenar mahallesindeki dar sokağa yayılmıştı. Aynı zamanda bir sürü eli de boyamıştı; pek çok yüzü, pek çok çıplak ayağı, tahta pabucu da boyamıştı. Odunu kesen adamın elleri odunların üzerinde leke bırakmıştı.
Biri de parmağını çamurla karışmış şarap bulamacına batırarak duvara kan kelimesini yazıverdi.
O şarabın yeniden sokak taşlarına döküleceği, orada bulunanların üzerinde bırakacağı lekenin kıpkızıl olacağı günler de gelecekti.
Şarapçı dükkânı, görünüşüyle ötekilerden daha daha iyiydi; üstelik, dükkânın sahibi de, sarı ceketiyle, yeşil pantolonuyla, kapının önünde durup, dökülen şarap için yapılan savaşı seyretmişti. Omuzlarını silkerek, "bu beni ilgilendirmez!" dedi. "Pazardan gelen adamlar yaptılar. Bir fıçı daha getirsinler bakalım!" |