Kitap Tanıtımı |
Bu dünyada pek az ses yarasız beresizdir, daha doğrusu, yumuşak, hafif bir damarlanmayla malûldür diyelim. Ruh denen o ele avuca gelmez şeyin bulunduğu yerin insanın sesi olduğu boşuna söylenmemiş. Biçimlendirilmiş soluk, üfleyiş: insanı insan yapan şey. Velhâsıl ses tellerindeki yara bereler, oraya hakkedilmiş yaşantıların, akustik dışavurumların, ama aynı zamanda suskunluğun dökümüdür.
İnsan parmaklarıyla yoklayabilseydi onu, akıp gidişiyle, duraklarıyla, çatallanmalarıyla... Orada, gırtlağın karanlığında: Şifresini asla çözemeyeceğin senin kendi hikâyen işte orada yatıyor. Seslere âşık bir adam. En ufak tıkırtıları duyacak kadar hassaslaşmış kulağıyla dinliyor dünyayı. Sesleri yorumluyor, seslerle düşünüyor, dünyayı kuşatmak için, duyduğu her sesi kaydetmek istiyor... Savaşın eşiğindeki Almanya'dan yükselen sesler ise öylesine kaotik, öylesine yaralı bereli, öylesine gürültülü ve ürkütücü ki irkiltiyor onu. Ancak o yine de kaydediyor sesleri ve Almanya'nın hikâyesini.
Çağdaş Alman edebiyatının en önemli yazarlarından Marcel Beyer, kendisine 1995 Ingeborg Bachmann Ödülü'nü kazandıran Yarasalar adlı romanında ülkesinin karanlık geçmişiyle hesaplaşıyor. Yarasalar, Nazi iktidarının ihtişamlı iktidarını ilan eden marşların savaş çığlıklarına, acı dolu hıçkırıklara karıştığı esaslı bir senfoni dinletiyor okura. Nazi dünyası üstüne, soykırım üstüne, II. Dünya Savaşı üstüne, Almanya'nın yakın tarihiyle hesaplaşması üstüne dokunaklı sözler fısıldıyor okurun kulağına. |