Kitap Tanıtımı |
Güneşin ışıkları, karanlığı yavaş yavaş aydınlatıyordu. Ama yine de geceydi ve ölüm kokuyordu. Gece ile birlikte şehir de ölüm kokuyordu. Hüseyin, ölüm kokan bu şehrin sokaklarına doğru yöneldi. Sokaklarında ilerlemeye başlarken, bu şehri ne kadar çok sevip sevmediğini düşündü. Seviyordu Hüseyin. Bu şehirde ona göre öyle bir ritim vardı ki bu dünyanın hiç bir yerinde yoktu. Her ne kadar ölüm çok olsa da bu kentte ve çocuklar babalarına erken veda etseler de, kuyular bu şehirde ölümlerle, kuyulara atılan ve asitlerle yakılan cesetlerden arta kalan kemiklerle kafatasları ile anılsa da ve ölümle gençlik bir arada yürüse de, bu kent ölü değildi. Sürekli ölen ve öldükçe de çoğalan bir yaşamdı bu şehir, güneşin ışıklarının eksilmediği, büyük aşkların yeşerdiği, şairlerin yetiştiği ve güneşin kutsal olduğu bir tapınaktı bu şehir... |