Kitap Tanıtımı |
Günümüzde teknolojik, siyasi ve ekonomik şartlarda dünya genelinde ve daha önce görülmemiş hızda değişiklikler yaşanmakta, ekonomiden siyasete, sosyal politikadan kültüre, hemen her alanda görülmeye başlanan değişim ve etkileri daha ziyade "küreselleşme" kavramı ile ifade edilmektedir.
Küreselleşmeyle yaşanan toplumsal değişimin önemli bir sonucu da ulus-devlete ilişkin bir yol ayrımına gelinip gelinmediği konusunda yaşanan tartışmalardır. Sanayi çağının sona erme belirtileri ve ulus devletin milli kimlik ve egemenlik gibi temel unsurlarına yönelik değişiklikler neticesinde küreselleşme tartışmalarının merkezi konularından birisi de ulus devlet ve buna ilişkin gelişmeler olmuştur. "Radikal" (aşırı küreselleşmeci) teorisyenler ulus-üstü siyasi ve ekonomik yapılanmalardaki artışın da tesiriyle küreselleşmeyi ulus devlet biçiminin ikinci plana geçtiği, çözüldüğü hatta ortadan kalktığı bir süreç olarak değerlendirirken, "şüpheci" ve "dönüşümcü" olarak adlandırılan teorisyenler ise, ulus-devlet biçiminin klasik gücünü ve etkinliğini kaybetmekle birlikte form değiştirerek varlığını muhafaza edeceği, insanlığın ulus temelli toplumsal ve siyasi yapılanmayı aşmasının bugünkü göstergelere göre mümkün olmadığı görüşündedir
Küreselleşmeyle sanayi toplumuna has bütüncül (modernist) yapılanma anlayışı giderek ortadan kalkmakta, yerelden uluslar arası düzeye kadar tüm örgütlenmelerde esneklik ve farklılıklara açıklık esas hale gelmektedir. Ulus devletin temel unsurları ve yapısal özellikleri de bu esaslarla yeniden biçimlenmekte, yok olmamaktadır. Ayrıca, dünyanın hemen her tarafında ulus devletin ideolojik temeli olan milliyetçiliğin giderek yükselmesi, ulusal bilincin hala küresel bilincin önünde oluşu, güçlü devletlerin reel egemenliklerindeki büyük artış, en önemlisi de ulusun yerini alacak bir meşruiyet zemininin belirmeyişi gibi bulgular da ulus devletin başlıca devlet biçimi olarak varlığını sürdüreceğine işaret etmektedir. |