Kitap Tanıtımı |
Türkiyede demokrasinin toplum ile buluşturulmasında rol oynayan pek çok faktör ve kurum bulunmaktadır. Tamamına yakını asker kökenli olan Cumhuriyet kurucuları da dâhil olmak üzere; sağ, sol, liberal, devletçi, dışarıdan ve içeriden pek çok aktör, halkın yönetime katılımı konusunda değişik boyutlarda etkili olmuştur. Bunlardan kimi konjonktür gereği, kimi mecbur kaldığı için, kimi de samimi bir bağlılıkla demokrasiyi savunmuş, evrensel standartlar denen şeyin Türk toplumu özelinde nasıl uygulanabileceği üzerine kafa yormuşlardır.
Ancak hiçbir aktör ve kurum, demokratik ortamı aynı zamanda varlık nedeni olarak gören siyaset kurumu kadar toplumsal katılımı sağlayamamıştır. Bu bir bakıma doğal bir sonuçtur; zira siyasetin ve siyasetçinin yaşayabilmesi için gerekli olan rekabet ve toplumsal katılım şartları en ideal haliyle demokrasinin işlediği bir yapı içinde mümkün olabilir. Burada ilginç olan, siyaset kurumu içerisinde yer alan her türden ideolojik yapı ve aktör arasında, demokrasinin Türkiye toplumu tarafından benimsenmesine en ciddi katkıyı siyasal İslâmın temsilcilerinin yapmış olmasıdır. Türkiyede ve dünyanın pek çok bölgesinde demokrasi kavramı ile mesafeli olduğu izlenimi veren, hatta oryantalist perspektifin etkisindeki basın ve kamuoyu tarafından zaman zaman demokrasinin ideolojik can düşmanı olarak tanıtılan İslâm, siyasal biçimini çoğu kez demokrasi içinde var edebildi.
Türkiye açısından bakıldığında dinin ya yaşam biçimi olarak, ya eskatolojik boyutu itibariyle ya da bir folklor ve kültür öğesi niteliğiyle toplumun bütün katmanlarını değişik ölçülerde etkilediği görülmektedir. Bilinçli olsun ya da olmasın, müminden ateiste kadar uzanan yelpazenin bütün ara kategorileri, hayatı ve mematı kuşatıcı bir din olan İslâm ile bir şekilde yüzleşmek zorunda kalmaktadır. Cumhuriyetin müfrit Batıcılarının ve pozitivist inanmışlarının Osmanlı son döneminden gelen bir anlayışla İslâmı terakkinin önünde bir engel olarak görmelerinin ve radikal laik tepkiler vermelerinin altında yatan nedenlerden biri de, en katı seküler düzen uygulamaları içinde bile, dini siyasetten ve toplumdan tam anlamıyla dışlayamamalarıdır. Ancak tam da bu niteliği sebebiyle İslâm, Türkiyede demokrasinin topluma tanıtılmasında ya da daha ileri gidersek, toplumun dindar kesimlerinin demokrasiye ikna edilmesinde temel bir rol üstlenmiştir. Bunda Cumhuriyetin özellikle tek parti döneminde baskın hale gelen otoriter kimliğinin olduğu kadar, bu kimliğe karşı bayrak açarak toplumun önüne çıkan TCF, SCF, DP gibi hareketlerin çoğu kez demokrasi kavramına Mesihvari bir kurtarıcılık atfederek onu yoksulluktan adaletsizliklere kadar her sorunun çözüm yolu olarak görmelerinin ve göstermelerinin de payı vardır.
Türkiyede toplumun, kendisini merkezin uzağında hisseden geniş bir kesimi, DP ve AP gibi muhafazakâr; MNP, MSP, RP gibi İslâmcı hareketler ve her iki ideolojinin zımni sentezi gibi duran AK Parti üzerinden Ankaradaki yönetim süreçlerine katılma imkânı buldu. İslâm ile demokrasi arasındaki ilişkinin felsefi boyutu şimdilik heyecanını kaybetmiş bir tartışma gibi gözükse de, pratikte, özellikle 28 Şubat 1997 sürecinden sonra bu tartışmanın aşıldığı söylenebilir. En azından İslâm ile demokrasinin uyumunu vurgulayanlar, 1980li yıllardaki gibi, itikadi bir sorgulamaya maruz kalmıyor; hatta AK Partide somutlaşan bu pratik uyumun, RPnin 1990lardaki tecrübesinde olduğu gibi, kerhen ortaya çıktığı iddiası da eskisi kadar kabul görmüyor. Gerçek şu ki, demokrasinin halksız olmayacağı bilindiğine göre, Türkiyede demokrasi, kitle hareketlerinin inisiyatifleriyle mukim olacaktı. Zaten Terakkiperver Fırka örneği ve demokrasiye geçmeyi çok istediği halde bunu ömründe göremeyen Mustafa Kemalin Serbest Fırkayı kurdurtması bile, tepeden girişimlerin akıbetine uğrayarak sonuçsuz kalmıştı. Bu nedenle, muhafazakâr, dindar veya İslâmcı, her ne ad altında olursa olsun, İslâmın sosyopolitik bir imkân olma özelliğini dikkate alan siyasal hareketler halkın yönetime katılımını sağlayarak toplumsal temsil sorununun çözümüne katkıda bulundular. Bunu, sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir millet olma düsturuna bağlayıp sadece Cumhuriyetin içselleştirme başarısı olarak görmek, aynı başarının mesela neden etnik Kürt hareketinde gösterilemediği sorusunu doğuracağı için eksik bir analiz olacaktır.
Bu nedenle, Türkiyede demokrasinin toplumsallaşması ve siyasal İslâmın rolü başlığıyla, daha çok Milli Görüş geleneğine yoğunlaşan yüksek lisans tezinden hareketle ortaya çıkan bu çalışma, siyasal İslâmı Türkiye için bir siyasal imkân olarak ciddiye almayı önermektedir. Bunu yaparken de, Türkiyedeki demokrasi anlayışının siyasal İslâm ile karşılıklı bir etkileşime girmesi ve birbirini besleyerek dönüştürmesinin toplumsal ve siyasal rüşt açısından ülkeye büyük mesafe aldırdığını ve merkezdeki bürokratik yapılanmanın güç kaybetmesi ya da bu etkileşime dâhil olması halinde, Türkiyenin rüştünü gerçek anlamda ispatlayacağını ortaya koymayı amaçlamaktadır.
İÇİNDEKİLER
İçindekiler
1.Bölüm
Siyasal İslam ve Demokrasi
Demokratik İslâmın Meşruiyeti
Milli Görüş Hareketi ve Demokrasi
2.Bölüm
Türk Siyasal Yaşamında Demokratikleşme Sancıları
TCF: Kurtuluş Savaşı Önderlerinin Yol Ayrımı
İsmet Paşanın Sivas Nutku ve Fethi Beyin İzmir Mitingi
Üzerinden Bir SCF Okuması
Her İki Konuşmada Ele Alınan Konular
Demiryolları Konusu
Liberalizm-Devletçilik Tartışması
Ecnebî Sermaye
Tekeller Konusu
Malî Yönetim ve Vergiler
Demokrat Parti ve Demokrasi
Türkiye Demokrasi ile Tanışıyor
Demokratların İktidarı
3.Bölüm
Milli Görüş: Çevreden Gelen Zoraki Demokrat
Milli Görüş İdeolojisi
RPnin Öncülleri: MNP ve MSP
Milli Nizam Partisi (19701971)
Milli Selamet Partisi (19721981)
RPnin Kuruluşu ve Muhalefet Dönemi (19831996)
RP Söylemi ve Politikalarının Şekillenme Süreci
Kitlelere Açılma ve Toplumsal Tabanın Örgütlenmesi
RPnin İktidar ile Tanışması
Yerel İktidardan Ulusal İktidara
28 Şubat Süreci ve Söylemin Demokratikleş(tiril)mesi
4.Bölüm
Bir Siyasal İmkân Olarak AK Parti
İslâm-Demokrasi Birlikteliği: Sistemik Entegrasyonun Aşamaları
Hem Muhafazakâr Hem Demokrat
Kondratieff Dalgalarına |