Kitap Tanıtımı |
Yaşanabilir kentlere kavuşabilmek adına -en azından akademik literatürde- on yıllar boyunca "yerel demokrasi", "katılımcılık", "yönetişim" gibi yerel düzeyde vatandaşı da söz sahibi kılabilecek kavramlardan sıklıkla söz edildi. Çeşitli boyutlarıyla ele alınarak, bir dönemin gündemi olan bu konular hakkında artık hemen herkesin az çok bilgi sahibi olduğu söylenebilir. Buna karşılık, söz konusu kavramların teoriden pratiğe aktarılabildiği ve kentlerin yaşanabilirliğini sağlamak konusunda işlevselleştirildiği söylenemez. Halen kentlerin biçimlendirilmesi ve yaşam koşullarının belirlenmesi konusunda en önemli karar vericilerin belediyeler/belediye başkanları olduğu; bu süreçte vatandaşın etkili bir aktör olmadığı bilinmektedir. Hatta yönetim bilimleri öğrenimi gören üniversite öğrencilerinin bile yukarıdaki kavramları en fazla ders konusu olarak algıladıkları, toplumsal yaşamda bir pratik olarak düşünemedikleri görülmektedir. Yönetimin yerel boyutunda vatandaşın bulunmadığını ortaya koyan bu gibi durumların nedenleri, öteden beri çok boyutlu olarak tartışılmaktadır.
"Bilginin eyleme dönüşememesi" olarak tanımlanabilecek olan bu durumun temel nedenlerinden bazıları, ülkemizdeki demokrasi sürecinin darbeler sonucu belirli bir olgunluğa ulaşamaması ve bu nedenle halkın demokratik yöntemlerin uygulanabilirliğine kuşkuyla bakması; kamusal işlerin eşitlik, adalet, hakkaniyet gibi demokratik yöntemlerin dışındaki başka usullerle görüldüğüne inanması olarak sıralanabilir. Öte yandan bu konuda daha özel sayılabilecek olan bir başka neden ise "yerel demokrasi", "katılımcılık" ve "yönetişim" gibi kavramların ülkemizde pratiğe nasıl aktarılacağının açık seçik biçimde ortaya konulmamış olmasıdır. Vatandaş yaşadığı yerle/mahalleyle ilgili bir girişimde bulunmak istese bile bunu nasıl yapacağını tam olarak bilememektedir. Ülkemizde kamusal işlerle ilgili başvuru yol ve yöntemlerini ilgili mevzuatı inceleyerek değil de "başkalarına sorarak" öğrenme/sorgulama alışkanlığının yaygın olduğu da düşünüldüğünde, vatandaşların her türlü girişim düşüncesi, önce "niyete" sonra "tereddüte" ve nihayet "vazgeçmeye" dönüşmektedir.
Bu çalışmada, kentlerde yaşanabilirliği sağlamanın ancak orada yaşayan bireylerin aktifliğiyle mümkün olduğu savunulmaktadır. Bu sav doğrultusunda, üniversite öğrencisinden her hangi kent sakinine kadar kentte yaşayanların kendilerini gerçekleştirebilmeleri için kullanabilecekleri yasal düzenlemelerin neler olduğuna ve bunların nasıl kullanılabileceğine yer verilmiştir. Şüphesiz ki bireyin kentte kendini gerçekleştirebilmesi, kentin ve kentte yaşamanın anlamını ve önemini kavramakla doğrudan ilgilidir. Bu nedenle çalışmada öncelikle kent olgusunun uygarlaşma sürecindeki işlevine, günümüze kadar kültür yaratıcı etkisine ve nihayet kente özgü kültürün ve hakların ortaya çıkışına değinilmiştir. |