Kitap Tanıtımı |
Ortaçağ tarihçileri ve o dönemin haritacıları, dünya haritasını çizerken genellikle bildikleri anakaraları, denizleri işledikten sonra, bilmedikleri bölgeleri canavarlar bölgesi, insan yiyen kabilelerin yaşadığı bölgeler diye kendilerince tehlikeli isimlerle geçiştirirlermiş. Türk Düşünce Tarihiyle ilgili çalışmalar bugüne kadar genellikle ortaçağ tarihçilerinin bu bakış açısıyla yürüdü. Bilinen veya bilindiği varsayılan bölgeler işaretlendikten sonra bilinmeyen, tanınmayan bölgeler bir tehdit alanı olarak görüldü. Son zamanlarda Türk Düşünce Hayatıyla ilgili çalışmalarda bu tehlikeli bölgelerin aslında pek de öyle zannedildiği, vehmedildiği gibi tehlikeli olmadığını; tam tersine bizim gerçek düşünce zenginliklerimizin tam da buralarda yaşadığını gösterme çabasının öne çıktığını düşünüyorum.
Dolayısıyla böyle bir bakışla bugüne kadar zihnimizde kompartımanlaştırdığımız, Batıcılık, İslamcılık, Türkçülük, Kemalizm, Sosyalizm, Liberalizm, Anadoluculuk gibi çok konuşul(amay)an alanları, şimdi daha özgül ağırlıklarına uygun bir üslub içerisinde değerlendirme şansına sahibiz. Bu akımların bizim zihnimizde kategorileştirdiğimiz kadar birbirlerini dışlamadıklarını, konjonktürel olarak birbirlerini nasıl içerdiklerini, birbirlerini nasıl dönüştürdüklerini, birbirlerini nasıl etkilediklerini ve dolayısıyla aslında aynı bütünün bileşenleri olduklarını daha kolay görebiliriz... |