Kitap Tanıtımı |
Râbia Hâtun, edebiyatımızda 40'lı yıllar boyunca esmiş hatırı sayılır bir "fırtına"nın ve gazete, dergilerde kalmış "tuhaf bir kıyâmet"in; kimliği uzun tartışmalar sonunda ortaya çıkarılmış kahramanı... Yaşanan; yayımlanan şiirlerle, bunların sunuluş biçimiyle, yapılan tartışmalar ve tartışmaların taraflarıyla tam bir edebiyat olayı... "Tuhaf Bir Kıyâmet" + Kırkbir Şiir ise "her şey"i değilse bile yazılanların pek çoğunu yeniden gündeme getirerek "fırtına" ve "kıyâmet" belgelerini bugüne taşıyor.
Tadımlık
Râbia Hâtunun Şiirleri Vesilesile*
B. V. E.
Osmanlı İmparatorluğunun bıraktığı miraslar arasında bir kısım vardır ki; Onu hiç bir makam, hiç bir üniversite şubesi benimsememiştir.
Bu, tenevvüü az olmakla beraber, içerisinde pek nefis şiirler, hakimâne sözler bulunan, zengin Osmanlı Edebiyatıdır.
Haşmet ve şevket sahibi Osmanlı imparatorları, nüfuzlu Osmanlı ricali, kendilerine kasideler, methiyeler söyliyen, dilediklerini meth, istemediklerini hicvediveren şairleri himaye etmişler; onlara bol bol ihsanlarda bulunmuşlardır. Meşrepleri umumî mişvâra uymıyan bu dâhî insanlar, hâmilerinin kendilerine yükledikleri külfetlerden âzâde bulundukları zamanlarda cânânı, mahbûbu, câmı, meyi, meyhaneyi, gülü, sünbülü, lâleyi, gülzârı, çemenzârı terennüm eylemişlerdir. Bu eski şairler Türkün sade sözlerini bırakmışlar, Arabın, Fürsün tannan, ahenktâr kelimelerini, terkiplerini kabul etmişler; aruz vezinleriyle o kadar güzel ve rengin şiirler vücude getirmişler ki, eskiliklerine rağmen bunların büyük bir kısmını bugün bile yine seve seve okuyoruz. Yalnız, arapçayı, acemceyi iyi bilmememiz yüzünden bu hazineleri umumiyetle iyi anlıyamıyoruz. Edebiyat Fakültemiz mensupları da bunlara Divan Edebiyatı diye bir ad taktı; hemen topunu birden ihmal etti.
Gönül ister ki Divan Edebiyatı Şairlerimiz bu derece ihmal olunmasınlar; bilâkis yeni usullerle tetkik edilsinler; bunların hayatları araştırılsın; bıraktıkları eserlerin doğruları yanlışlarından ayırt edilsin.
Edebiyat Fakültemizde doktoralarda, diğer tetkiklerde bu şairlerimizin hayatları, eserleri tez olarak ele alınsın. Fuzûlînin, Baakînin Nedîmin... divanları güzel ciltlerle, dürüst telâffuzlarla yeniden basılsın. Bu divanları bayramlarda, isim günlerinde dostların birbirine hediye olarak vermek âdeti ihya edilsin.
Almanların Goethesi, Schilleri, Heinesi... Fransızların Hugosu, Mussetsi... ayarlarında bizde de büyük şairlerin hem de çok adedde yetişmiş olduğu anlaşılsın. Bu suretle, bazı istikametlerde hiç bir garp milletinin vâsıl olamadığı edebiyat zirvemizin yüksekliği meydana çıksın. Bugünkü edebiyatımız köksüz, mesnetsiz gibi görünmesin. Yetişen ediplerimiz, şairlerimiz eski ağabeylerinin rebabını elden bırakmasınlar. İçlerinde, bugünkü büyük şairimiz Yahya Kemal bey gibi, hem eskinin âşinası, hem yeninin terbietkârı birçok zevat bulunsun.
Yalnız bu kolay iş değildir. Eski şairlerimizin, ediplerimizin eserleri üzerinde derin tetebbü ister; eski edebiyatımız, aruz kaidelerimiz hakkında bilgiye ihtiyaç gösterir.
Garp Türklüğü câmiamızın büyük dönüm noktası olan Tanzimat devrinin girmesiyle hayat şartlarımızda husule gelen değişiklik edebiyat sahamızda da kendini gösterdi. Tanzimat devrine kadar, edebiyatımızda en büyük yeri manzum eserler almışken, Tanzimattan sonra nesre de ehemmiyet verilmeğe, şiirlerimizde ağdalı ifadeler yerine daha menus ibareler kullanılmağa başlandı.
Tanzimat devrinin büyük şairlerinden Ziya Paşanın manzumeleri, şiirlerimizdeki sadeleşme hareketinin en göze çarpan misallerini teşkil eder. Ziya Paşa, şairlik hayatının ilk devresinde, ağır üslûplu kasideler, methiyeler, cülûsiyeler yazmışken sonraları bunlardan millet hesabına bir fayda görmediğinden padişahların, hükûmet ricalinin methlerinden vazgeçmiş, milletin uyanması için vatanperverâne manzumeler, aynı zamanda daha sade üslûplarla, gazeller, terkipler, terciler inşad eylemiştir.
Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal; Tanzimat devrinin iptidalarında şiirlerimizi, edebiyatımızı yenileştiren üstadlardır. Bu yeniliği edebî irtica taraftarlarının yeni edebî hareket mensupları hakkında kullandıkları tâbirle Dekadanlar, Fecri âti müntesipleri daha ileri götürmüşler; fakat eski edebiyatı sevenlerle bunların mücadelesi epey çetin olmuştur. Bugün üstünde durulmıyan bu şiir ve edebiyat hazinelerinin son enmûzeçlerini Tevfik Fikretler, Recai Zadeler vermişlerdir denilebilir.
Bugünkü heceli, hecesiz şiirler eski edebiyatımızın bir devamı değildir. Eski inkita bulmuş, yavaş yavaş yeni hazineler toplanmıya başlamıştır.
Umumiyetle hayatın daha maddileştiği, arabî, farisî kelimelerin terkedildiği bariz vasfı olan devrimizde eski şiirlerin tamamiyle kıymet ve sevgilerini kaybettiği sanılırken Aile Mecmuasının bir hareketi bu zannın pek te doğru olmadığını meydana koydu.
Aile Mecmuası, ilk nüshalarında, eski üslûp ile en yeni, en güzel manzumeler yazan büyük şairimiz Yahya Kemal Beyin birer şiirini dercetti. Herkes bunları seve seve okudu.
Eğer şiiri güzel, orijinal şeylerin ifadesidir diye, kısaca tarife kalkarsak eski üslûbun bu şeyleri güzel kelimelerle, âhenktar vezinlerle, kaafiyelerle süslediğini teslim etmeliyiz. Bugünkü şiirler bu süslerden, bu ziynetlerden mahrumdur.
Yahya Kemal Beyin şiirlerinin pek beğenilmesinden, aranmasından cesaret bulan, belki de bunların arkasını getiremiyen, Aile Mecmuası daha cesaretli bir adım attı. Daha eskiye kaçan, daha lirik olan bazı rübâileri neşre başladı. Râbia Hâtun diye, şimdiye kadar edebiyat âlemimizin meçhulü kalmış, bir şaire isnat olunan bu rübâilerin neşri gazetelerde birçok yazıların çıkmasını, bir sürü münakaşayı, hattâ mahkemelere gidilmesini intaç etti. Bu kadar mürekkep ve zihin sarfına başlıca sebep, zannımızca, hâlen eski edebiyatımızın muhafızlığı vazifesini gören ediplerimizin, Râbia Hâtun isminde, edebiyatımızda yer almış bir şahsiyetin bulunup bulunmadığı hakkında salâhiyetle söz söyliyememeleri olmuştur. Halbuki bizzat o rübâiler bile kendilerinin eski, klâsik bir şaire isnad edilemiyeceklerini barizce gösteriyorlardı.
Teskin olunamıyan bir aşk susuzluğunun ifadesi olmaları itibarile ilk bakışta câzip görünen bu rübâilerin, biraz yakında |