Toplumu Savunmak Gerekir
ISBN 9789750805208
Yayınevi Yapı Kredi Yayınları
Yazarlar Michel Foucault (author) | Şehsuvar Aktaş (translator)
Kitap Tanıtımı Michel Foucault'nun1976 yılında verdiği derslerin notlarından oluşan Toplumu Savunmak Gerekir, iktidar ilişkilerini çözümleme yolunda savaş modelinin yerindeliğini araştırıyor. Foucault'ya göre iktidar ve direniş ilişkilerinin mantığı hukukun değil savaşımın mantığıdır. Artık sorun, siyasetin, savaşın başka araçlarla sürdürülmesi olduğunu öne sürmenin yerinde olup olmadığını bilmektir. Yirminci yüzyılın bu önemli düşünürü, ırklar savaşına ilişkin söylemleri ve fetih anlatılarını çözümleyerek, toplumu "biyo-iktidar"dan ve devlet ırkçılıklarından korumaya girişiyor. Tadımlık Güç ilişkileriyle gerçeklik ilişkileri arasında bu söylem temel bir bağ kurar. Şöyle ki gerçeğin barışa, tarafsızlığa, Jean-Pierre Vernant'ın10 Yunan felsefesinin oluşmasında ne denli önemli olduğunu açıkladığı o orta konuma ait oluşu, en azından belirli bir noktadan sonra sona erer. Bunun gibi bir söylemde, bir yandan, bir cephede bulunulduğu gerçeği söylenecektir. Gerçeğin deşifre edilmesini, düzen ve barış içindeki bir dünyada yaşandığına sizi inandırmak için -düşmanlar sizi buna inandırırlar- kullanılan yanılsamaların ve yanlışlıkların açıklanmasını sağlayacak olan bir cepheye ait oluştur bu - merkezden kayan konumdur. "Kendimi merkezden kaydırdıkça, gerçeği daha çok görüyorum; güç ilişkisini yoğunlaştırdıkça, savaştıkça, gerçek de önümde, savaşma, hayatta kalma ya da zafer kazanma perspektifi içerisinde bir o kadar çok kendini gösterecek gerçekten." Ve bunun tersi olarak, eğer güç ilişkisi gerçeği açığa kavuşturuyorsa gerçeğin kendisi de buna karşılık etkin olacaktır ve sonuçta, güç ilişkisi içerisinde gerçekten bir silaha dönüşebildiği ölçüde aranır olur. Ya da gerçek gücü verir ya da gerçek dengeyi bozar, bakışımsızlıkları yoğunlaştırır ve sonucunda zaferi bir taraftan çok diğerine yaklaştırır: gerçek bir güç fazlasıdır, tıpkı ancak bir güç ilişkisinden çıkarak kendini gösteriyor olması gibi. Hatta gerçeğin güç ilişkisine, bakışımsızlığa, merkez kaymasına, çarpışmaya, savaşa olan temel aidiyeti, bu türden bir söylemin içerisinde kayıtlıdır. Şu erinçli evrensellik, Yunan felsefesinden bu yana, hâlâ düşünsel-hukuksal söylemi varsayabilir, ama ya derinlemesine tartışmaya açılır ya da çok basitçe, kinik bir biçimde görmezden gelinir. Bir güç ilişkisinden yola çıkıp, bizzat bu güç ilişkisinin gelişmesi için, konuşan özneyi -hukuktan ve gerçekten söz eden özneyi- hukuksal-düşünsel tümellikten böylece dışarı atarak, gerçeği ve doğru hukuku çok isteyen bir söylem var elimizde. Dolayısıyla konuşanın rolü, çok önce Solon'un ve sonra Kant'ın11 düşlediği konumdaki barış ve mütareke adamı olan, cepheler arasındaki yasa koyucunun ya da düşünürün rolü değildir. Düşmanlar arasına, merkezde ve yukarıda konumlanmak, herkes için genel bir yasa dayatmak ve uzlaştıran bir düzen kurmak, söz konusu olan kesinlikle bu değildir. Daha çok bakışımsızlığın damgasını taşıyan bir hukuku yerleştirmek, bir güç ilişkisine, bir silah-gerçeğe ve tekil bir hukuka bağlı bir gerçeklik kurmak söz konusudur. Konuşan özne -saldırgan bile demeyeceğim- savaşan bir öznedir. Bu türden söylemi önemli kılan ve gerçekliğin ve yasanın binyıllardır, binyıldan fazla bir süredir benimsenegelen söyleminde kuşkusuz bir yarık oluşturan ilk noktalardan bir tanesi işte bu.