Kitap Tanıtımı |
Terör Günlerinde Felsefe, 11 Eylül saldırıları sırasında New Yorkta bulunan Giovanna Borradorinin, saldırıdan hemen sonra tasarlayıp, birkaç hafta sonra hayata geçirdiği bir söyleşi projesinin ürünü. New Yorkta Jürgen Habermas ve Jacques Derridayla ayrı ayrı yapılan söyleşilerde, yirminci yüzyılın en etkili iki filozofu, terör, küreselleşme, iletişim, konukseverlik, hoşgörü mefhumları üzerinden terör ve terörizme ilişkin en acil meseleleri felsefi çözümlemeye tabi tutuyor. Tarihin en yıkıcı olmasa da, en akılda kalan ve sonuçları açısından tarihi şekillendirmeye devam eden terörist saldırılar ve küresel terörizm konulu bu kitap, Habermas ve Derridanın benzer bir soru dizisini yanıtlayarak yan yana görünmeyi kabul ettikleri ilk mecra. Teröristler olarak adlandırılan kimseler, bu bağlamda ötekiler, Batılılar olarak bizlerin hiç anlayamayacağı mutlak ötekiler değiller. Onların, uzun süre çeşitli Batılı yollardan, Batılı bir dünyanın kendisi tarafından toplandığını, eğitildiğini hatta silahlandırıldığını unutmamalıyız, ki hem eski hem de güncel tarihiyle terörizm sözcüğünü, tekniklerini ve politikasını Batı dünyası icat etmiştir. (J. D.) Bu bağlamda kendimizi başka kültürler karşısında normatif olarak nasıl tanımladığımız da önemli. Batı kendi imajını bu şekilde yenilerken, uygarlaştırıcı bir güç olarak algılanmak için politikalarını nasıl değiştirmesi gerektiğini de öğrenebilir. Sınır tanımayan kapitalizmi siyasi anlamda frenlemeden dünya toplumunda yaşanan korkunç katmanlaşmaya çare bulmak olanaksız.
(J. D.)
Tadımlık
Giriş Terörizm ve Aydınlanmanın Mirası
11 Eylül ve küresel terörizm tartışmasının, Aydınlanmanı n politik ideallerinin eleştirel bir yeniden değerlendirmesini de içerecek biçimde genişletilmesinin gerekli olup olmadığı merak edilebilir. Bu kitabın savı, bunun gerekli olduğu yönünde. Hem 11 Eylül saldırıları hem de bu saldırılara verilen diplomatik ve askeri tepkiler, Aydınlanma projelerinin ve ideallerinin geçerliliğinin yeniden değerlendirilmesini gerekli kılıyor. Habermas ve Derrida, uluslararası hukukun ve mevcut çoktaraşı kurumların temel yapısını oluşturan hukuki ve siyasal sistemin, birtakım kilit metinleri dayanak alan genel bir entelektüel yönelim olarak kabul edilen Aydınlanmanın temelini oluşturduğu Batı felsefesi mirası içinde geliştiği konusunda hemfikirler. Eğer bu doğruysa, varolan bu çerçevenin yeterliliğini, tarihsel öncellerine karşı eleştirel anlamda değerlendirecek donanıma, bir filozoftan başka kim sahip olabilir? Buna, terörizme ve teröre karşı savaşın bir satranç oyunu olmadığını ekleyebilirim. Burada önceden belirlenmiş kurallar yok: İlke olarak, yasal ve yasadışı hamleler arasında hiçbir ayrım olmadığı gibi, en iyi hamlenin hangisi olduğuna karar verirken başvuracağımız bir ana prensip de yok. Adlandırılabilecek taşlar yok. Satranç tahtası ise, Kantın yeryüzünün ortak mülkiyeti diye tanımladığı şeyle örtüştüğü için, başına buyruk değil. Felsefe, antik Yunanda doğumundan bu yana, bu türden kavramsal labirentlerin yuvası oldu. İlerlerken yetkinlik alanını da şekillendiren felsefe, bildik referans noktaları yok olmuş gibi göründüğünde bile kendini nasıl yeniden yönlendireceğini diğer disiplinlerden daha iyi bilmek durumunda. Bu, hem anlaşılması güç terörizm kavramı hem de bu kavramdan çıkarak yayılan terör deneyimi için geçerlidir. Bu söyleşilerde, Habermas ve Derrida, terörizm mefhumunun temelindeki kavramsal karmaşıklıkla yüzleşmekten isteyerek kaçınan pragmatik yaklaşımın beraberinde getirdiği riskleri açıkça gözler önüne seriyorlar. Bu makalenin son bölümünde, böyle bir uyarıda bulunmalarının nedenlerinden söz edeceğim. Bununla birlikte, okurun Habermas ve Derridanın savlarını ancak, felsefenin dünya çapında öneme sahip tekil bir tarihsel olay karşısında sahip olduğu benzersiz konumu idrak ettiğinde tam anlamıyla değerlendirebileceğine inanıyorum. Bir sonraki kısımda bu sorunu kısaca inceledikten sonra, Habermas ve Derridanın katkılarına bir bağlam sağlayacak olan iki farklı siyasal yükümlülük modelinin tanımlanmasına döneceğim. Üçüncü bölümde, yirminci yüzyıl tarihinin sömürgecilik, totalitarizm ve Holokostu da kapsayan travmalarının hem Habermasın, hem Derridanın felsefeye yaklaşımlarını nasıl şekillendirdiğini tartışacağım. İleri sürdüğüm şey, eğer küresel terörizm yeni milenyumun ilk travmasıysa, felsefenin buna ne ölçüde bulaştığının henüz farkında olmayabileceğidir. |