Kitap Tanıtımı |
İyi İş´te bizi üniversite kampusunun kaynayan küçük dünyasında dolaştıran David Lodge, bu kez modern zaman efsanelerinin üretildiği televizyon camiasına buyur ediyor. Milyonlarca kişinin izleyip, kahkaha efektli komutlarla nelere gülmesi gerektiğini öğrendiği bir sitcom´un senaryo yazarının bireysel öyküsü aracılığıyla çağımızdaki yeni insanlık hallerinden bir "terapi" hikayesi anlatıyor bize.
Laurence "Tubby" Passmore yarışı kazanmış, hiçbir sorunu olmayan başarılı bir adamdır görünüşte. Bol parası, istikrarlı bir evlilği, kendi hayatlarını kurmayı başarmış iki yetişkin çocuğu ve "platonik takıldığı" bir sevgilisi vardır. Ayrıca Londra dışında muhteşem bir eve ve rüyalarının arabasına da sahiptir. Yegane sorunu bir gün dizine ansızın saplanıveren, bir daha da onu hiç terk etmeyen ve çaresi de bir türlü bulunamayan menşei belirsiz bir ağrıdır... Zira bütün kazanılmış ödüllere rağmen Tubby mutsuzdur; ne fizyoterapi ne aromaterapi, ne bilişsel davranış terapisi ne de akupunktur, derdine devadır. Depresyon, anksiyete, panik atak ve uykusuzluk yakasını bırakmamaktadır.
Günün birinde tesadüfen tanıştığı varoluşçu filozof Kierkegaard´ın yapıtlarına gömülür, "tatmin edici düş kırıklıklarını" öğrenir, filozofun memleketi Danimarka´ya bile gider... Yeni saplantısının heyecanıyla yaşarken felaketler silsile halinde dört bir yandan üstüne saldırmaya başlar. Gerek özel hayatında gerekse meslek hayatında ansızın patlak veren sorunlar yüzünden Tubby bundan böyle bir de "seksin, tenisin ve kariyerin olmadığı bir hayata" mı mahkum olacaktır yoksa?
Lodge çağımız insanının zaaflarını, saplantılarını, çelişkilerini, tatminsizliğini ve yalnızlığını tiryakilik yaratacak eşsiz ironisiyle ele alıp, roman boyunca bu bakış açısını tutarlı bir biçimde korurken, din, aile, ahlaki çöküş, masumiyetin yitirilişi, varoluş gibi ciddi meselelere el atmaktan geri durmuyor. |