Kitap Tanıtımı |
Göğe en uzak yer... Merhametin kalbi... Doğumun ve ölümün can damarı... Bağrına basılan tohum... Sonsuz zamana, son yolculuğa göllenip cümle kâinatı biriktiren kadife el.
Toprak, turâb, hâk ve eskilerin diliyle kurumak; kulağıma fısıldanan ilk isimlerim...
Hesabı şaşmış, hırpalanmış, delik deşik edilmiş toprağım ben. Üzerime atılmış onca tohumu, pütür pütür eline inat sabrın gövde bulduğu beli büküklerin nazını çekerim. Bana bakan yönüyüm hayatın. Kömür karası da elmas parçası da göğsümde sabahlar. Kucak dolusu toprağım ölür gider, susar kalır, diriltir yağan yağmur ya da kar tanecikleri. Kırışık ellerimin üzerinden eser meltem esintisi. Saçlarım gözlerime kadar iner estiğinde sert bir poyraz, karayel... Çatlayacak kadar susuz kaldığım da olur, üzerimden kayıp giden parçalarım da kalabalık yağmurların ertesinde...
Kanım çekilir, dudaklarım Kerbela'ya düşer, mecalim kalmaz ve iki parçaya bölünür yanım yörem. Yavaş yavaş ölürüm ve orada başlar benim felaketim.
Ardından homurtularıyla, coşkunlukla döküldüğünde,ya da sicim gibi işlediğinde ve kurşun gibi değdiğinde gökten dökülen yağmur, taşıyamaz olurum sırtıma yüklenen rahmeti... |