Kitap Tanıtımı |
Parka doğru yürümeye başladık. Bacaklarımı hissetmiyordum, etrafımdaki bütün sesleri, çok uzaklarda ya da bir rüyanın içindeymişim gibi işitiyordum.Caddenin daracık kaldırımında Paşalimanı parkına doğru yürürken, nereden estiği belli olmayan ılık bir rüzgâr, önce onun sıcaklığını yalayıp aldı götürdü ve beyaz bir martının kanatlarına takıldıktan sonra, getirip heyecandan titreyen bedenime yayarak bıraktı ve daha sonra o rüzgâr, başka masallara doğru esip gitti. İşte o an, ruhumda yoğun bir mutluluk özlemi duydum.Bir fotoğrafa âşık olmuştum. Günlerce bir hayalin peşinde koşup durmuştum. Şimdi yanımdaydı. Aynı fotoğrafın, aynı hikâyenin içindeydik. Birlikte yürüyorduk. Hayatın merkezindeydik. Başka hiç kimseleri görmüyor, duymuyordum. Sadece ikimiz vardık, bir de İstanbul mavisinin büyüleyici güzelliği.Merdivenlerden inip parka girdiğimizde, baharın tüm renkleri, sesleri ve aydınlığı karşıladı bizi. Sanki aramızda önceden sözleşmiş gibi, hiç konuşmadan boş bir banka oturduk. Bir süre sessizce önümüzden geçen vapurları ve vapurların arka güvertesinden atılan simit parçacıklarının peşinden giden martıları izledik. Yazıya dökülmemiş bir masalın içindeki kahramanlar gibi saf ve çocuksuyduk.“Ne güzel mavi bir gün.” dedi başını kaldırıp bana bakmadan.“Güneş bile masmavi.”“İstanbul mavisi.” dedim.O sırada göz göze geldik.Mavi kirpiklerinin altında ela gözlerini açmış, yıllardır tanıdığı birine bakar gibi bakıyordu bana. Bakışı öyle tatlı, öyle çocuksuydu ki, aşkla baktım ona. Ama gözlerini kaçırdı benden.Kısa bir sessizlik oldu aramızda. (Tanıtım Bülteninden) ) |