Kitap Tanıtımı |
Soğuk Savaş, II. Dünya Savaşının sona ermesiyle ABD ile SSCB arasında yaşanan siyasi çekişmeyi birçok yönüyle ele alıyor.
İki süper gücün stratejik konumdaki ülkeleri yanlarına çekmeye çalışmasıyla Asyadan Güney Amerikaya yayılan mücadelede tüm dünyada nüfuz alanları değişti.
Tarih profesörü John Lewis Gaddis, II. Dünya Savaşından sonra güç dengesinin oluşmasını ve süper güçlerin mücadelesi sonucunda birçok ülkede yaşanan dönüşüm sürecini çözümleyici bir bakış açısıyla anlatıyor. Olayların yanında olguları ve tutumları da tartışan kitap, uluslararası ilişkilerde güdümün oynadığı rolü, daha sonra komünist rejimlerin çöküşünü ve özerkliğin doğuşunu irdeliyor.
John Lewis Gaddisin Soğuk Savaşı, dünyanın nükleer savaşın eşiğinden dönmesi, Marshall Planı ve Türkiyenin dış siyasetine etkisi gibi, yakın tarihin önemli süreçlerini açıklayan kapsamlı bir çalışma.
Tadımlık
(GİRİŞ)
GELECEĞE BAKIŞ
1946 yılında Eric Blair adında kırk üç yaşında bir İngiliz, dünyanın bir ucunda bir ev kiraladı -içinde ölmeyi umduğu bir ev. İskoç adası Juranın kuzey ucunda, arabayla erişilemeyen, telefonu ve elektriği olmayan bir toprak yolun sonundaydı. En yakın dükkân; yani adadaki tek dükkân, yirmi beş mil güneydeydi. Blairin dünyadan elini eteğini çekmesinin nedenleri vardı. Karısının yakın zamanda ölümüne üzüntüsünden verem olmuştu ve yakında öksürüğünden kan gelmeye başlayacaktı. Ülkesi, ne güvenlik, ne refah, hatta ne de kalıcı özgürlük güvencesi getirmiş bir askeri zaferden sonra toparlanmaya çalışıyordu. Avrupa iki düşman gruba ayrılıyordu ve dünya da onları izlemeye kararlı görünüyordu. Atom bombalarının kullanılma olasılığı ile, yeni herhangi bir savaş kıyamet anlamına gelecekti. Bir de bitirmesi gereken bir roman vardı.
Kitabın adı 1984tü, yani tamamladığı yılın tersi. İngiltere ile Amerika Birleşik Devletlerinde 1949 yılında Blairin mahlası George Orwell imzasıyla çıkmıştı. New York Timesın belirttiğine göre eleştiriler inanılmaz derecede takdir doluydu, ama, beğeninin ötesinde korku çığlıkları yükseliyordu.1 Bu çok da şaşırtıcı bir durum değildi çünkü 1984 sadece otuz beş yıl uzakta, totalitarizmin her yerde zafer kazandığı bir dönemi getiriyordu akıllara. Bireysellikle birlikte yasalar, etik, yaratıcılık, dilsel açıklık, tarih hakkında dürüstlük ve hatta tabii herkesin, sürekli savaş halindeki dünyayı yöneten Stalin benzeri diktatör Büyük Biradere ve yandaşlarına karşı duymak zorunda olduğu sevgi dışında sevgi de baskı altına alınmıştı. Eğer geleceğin resmini görmek istiyorsan, denilmiştir Orson Wellesin kahramanı Wilson Smithe bir başka acımasız işkence seansında, tabanıyla sonsuza dek insan yüzünü ezen bir çizme hayal et.
Orwell, yalnızca kitabının ilk okuyucularını etkilediğini ve ürküttüğünü bilerek adasında değil, Londrada bir hastanede 1950 yılının başında öldü. Daha sonraki okuyucular da aynı şekilde tepki gösterdi: 1984, II. Dünya Savaşı sonrası döneminin en ciddi gelecek tahmini haline gelmişti. Bu nedenle, gerçek 1984 yılı yaklaşırken, Orwellin hayalindeki yılla karşılaştırılması kaçınılmaz olmuştu. Dünya daha totaliter olmamıştı, ama büyük bir kısmına diktatörler hâkimdi. Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği arasındaki savaş tehlikesi Orwellin öngördüğü üç süper güç yerine iki süper güç yıllardan beri olduğundan daha büyük görünüyordu. Ayrıca Orwell henüz hayattayken başlayan, Soğuk Savaş olarak bilinen ve kalıcı olacağa benzeyen kargaşa, en küçük bir dinme belirtisi göstermiyordu. |