Kitap Tanıtımı |
1992-2000 yılları arasında terörle mücadelede Jandarma Genel Komutanlığı bünyesindeki birliklerde görev yaptım. Bu arada birçok terör eylemine şahit oldum. Çatışmalarda kaybettiğimiz silah arkadaşlarımızı ateşin ortasından alıp hastanelere gönderdik. Burada düzenlenen tören ile şehitlerimizin naaşları memleketlerine gönderildi. Bizzat o törenlere de katıldım. Yüreğimizdeki sızıları anlatmaya kelimeler yetmezdi.
Türk Silahlı Kuvvetlerinden Vazife Malulü olarak emekli olduktan sonra yaklaşık 14 yıldır Türkiye Harp Malulü Gaziler Şehit Dul ve Yetimleri Derneğinde üyelik ve yöneticilik yapmaktayım.
Bir çatışma ve şehit haberi aldığımızda içimden "inşallah ilimizden değildir" dediğim oluyor.
Çünkü her bir şehidimizin ayrı hikayeleri yazılıyor. Önce fotoğrafları düşüyor medyaya. Sonra ailesinin yaşadığı eve asılan bayrak ve hayat hikayesi yazılıyor. Sonra törenle defnediliyor. Bundan sonra bizim görevimiz başlıyor. Şehrin havalimanında askerî törenle karşılanan naaş yine askerî törenle defnediliyor. Ailesi "Vatan Sağolsun" diyor. Ama bizler bir anda yine Güneydoğu'nun dağlarında buluveriyoruz kendimizi. Kimimiz bir kancık pusunun ortasında, kimimiz mayına basmak suretiyle havalarda uçuyoruz. Sonra hayat devam ediyor; yarım kol, yarım bacak... Biz gaziler, şehitlerin son şahitleriyiz. Hem o tarafı hem de bu tarafı bilmek yüreğimizdeki yükü ağırlaştırmaktadır.
Bazen duymamamız bundandır, görmememiz bundandır... Ve sigaraya vuruyorsak, yanmış insanın kokusunu bastırmak içindir.
Biz gazilerin bedenlerinin bir parçası toprağa gömüldü. Kimisi Şırnak'ta kimisi Van'da kimisi Diyarbakır'da. Diğer yarısı gömülmeyi bekliyor. Bizlerin iki mezarı olacak aslında. Birisi Güneydoğu dağlarında, birisi de memleketlerimizde. Bedenimiz yaşıyor ama her şehit haberinde ruhumuz bir kez daha şehit düşüyor.
Her karış vatan toprağını kanıyla canıyla sulayan kahramanlara selâm olsun. |