Kitap Tanıtımı |
Yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgide iyi bir cambaz olup, ustaca yaşamak yetmiyordu, ölü zamanın canlı anılarıyla da baş etmek gerekiyordu. Yaralamaktan çürüttüğü yüreklerin yasını tutmuyordu çünkü o zaman dilimi, her seferinde kendine yeni kurbanlar buluyordu. Kurbanlarının toprak olan bedenlerinden ayrılıp, başka bir boyuta geçiş yapan ruhlarının kaderini bile o zaman dilimi belirliyordu. Ya cehennemdi ruhun cezası ya da cennetti mükafatı. Ve masumiyet karanlığa gömülmüşken, en dip köşemize çekilmiş beyaza sarılarak yaşayabilmekteydi mesele. Ve bu mesele onun için büyük bir ihanetti. Karanlıkla el ele verip, oyunlar oynayan hayatı yaşarken zifiriye bulanmış ruhuna rağmen, ak duygulara yenik düşenlereydi öfkesi ve yenilmişlerin yaşam kızılını akıtarak duyduğu haz, aslında özgür bıraktığı şeytani ruhların zafer çığlıklarına duyduğu hazdı. Herkesin imtihanıydı geçmişi, hatırlayıp yutkunduğunda genizde yakıcı bir tat bırakan sofistike bir sınav. Ve hayat, geçmişimizden saklanmamız için kollarını yüzüne kapayıp, bıraktığı küçük aralıktan gizlendiğimiz yeri gözetleyerek, yaptığı hileden büyük bir zevk duyuyor, sinsi sırıtışıyla baştan sobelediği bizim için, formaliteden seslice sıralıyordu sayıları, sobelendiğini kabul etmeyenler için onun saydığı gibi. “Bir-iki-üç……” (Tanıtım Bülteninden) ) |