Kitap Tanıtımı |
Medine-medeniyet" hem "şehir" ve hem de "fıkıhla yaşayan toplumsallık" demektir. Dolayısıyla sünnet, medine-medeniyeti oluşturmayı öncelikli görmelidir. "Şehir sünnettir" beyanı bunu ifade ediyor. Medine'yi "ahkamın indiği ve tatbik bulduğu belde" şeklinde anlıyoruz. Medine-şehir, "Cuma kılınan-Pazar kurulan" özelliğiyle pazarın üretenlere açıldığı beldedir. Bir diğer husus da şu: medine-şehir, muahat-kardeşlik (ahı-ahî) ilkeleriyle birbirine bağlı toplumun inşa ettiği adalet yurdudur. İslâm şehri, küresel mal üretiminin satışa sunulduğu, Müslüman fertlerin tüketici kılındığı, mekânın metalaştırıldığı bir pazar sistemine dönüştürülmemelidir. İslâm şehri, cami etrafında halkalanmış binalar, iki katlı evler toplamı da değildir. "Sünnete uygun yaşamak" konusunun "Müslüman bir topluma erişmek" meselesiyle ilgisinin kurulması gerekliliğine işaret etmekteyiz. "Kentsel düzen"de yaşayan Müslümanların "Dâru'l-hicre ve's-Sünne" olan şehri inşa etmeleri gibi öncelikli meseleyi kaybettiğini düşünüyoruz. Kent, sınıflı bir toplum, gözetleme-denetim toplumu, kapitalist-anamalcı toplum kurma peşindedir. Kent, kölelik üretmektedir. Bu nedenle "kent olmayan" şehre yürümek, şehir inşa etmek, medeniyet (fıkıh-hukuk toplumsallığı) için varolmak, sünneti yaşama cehdinin parçası sayılmalıdır. |