Kitap Tanıtımı |
Mabih, daha derin bir inancın peşindeydi; ama bu inancın da ne olduğunu bilmiyordu. Bildiği tek şey, bu hakîkati bulmak adına içinde uyanan karşı konulmaz bir arama aşkıydı. Onun aradığı ateş gönül kandilini tutuşturacak ve ona semânın kapılarını sonsuza kadar açacak bir ateşti. Attığı her adım onu aradığı hakîkate biraz daha yaklaştırıyordu. Uzun bir yolculuğun sonunda Mabih, geleceği kulağına fısıldanmış olan ve İbrâhim'in dîni üzere gönderilen Son Nebî'ye kavuştu. İlk defa o gece içindeki fırtınanın dindiğini hissetti. Dağlardan, vâdilerden çağlayarak akan bir ırmağın sonunda denizde sükûn bulması gibi bir histi bu. Artık Selmân olmuştu. Âdemoğulları'ndan İslâm oğlu Selmân olarak tanıttı kendisini.
Hz. Peygamber, Selmân'ın arayış hikâyesini "Hakîkat Merih yıldızında dahi olsa, Selmân onu bulur" sözüyle taçlandırdı; zira hem öncenin hem de sonranın ilmini öğrenmişti. Selmân şöyle yalvarıyordu: "Rabbim! Kudretinin ve saltanatının büyüklüğü karşısında bir hiçim. Buna rağmen bu âciz kuluna çok büyük lûtuflarda bulundun. Gönderdiğin Son Peygamber'inle karşılaştırdın. Sana hamd ve şükrediyorum. Senden bundan sonra tek bir dileğim, beni bu yüce insânın yanından ayırmamandır! Ona son nefesime kadar hizmet etme fırsatını bana ver. Beni sadece, Sana kul ve Peygamber'ine köle eyle!" Bu duâ Resûl-i Ekrem'in dilinde şu sözle kabûle erdi: "Selmân bizdendir, Ehl-i Beyt'imizdendir!" O artık sâhili olmayan bir denizdi. |