Kitap Tanıtımı |
Onu gördü. Her halinden hayli kibar ve nahif genç bir kız olduğu
belliydi. İçeri girdi, yürüdü, ortada pencere kenarına oturdu. Yüzü
pamuk kadar beyazdı. Alagarson kesilmiş siyah saçının önündeki
perçem turkuvaz boyalıydı. Yüzünü hafif kavisli uzun burnu
bütünlüyordu. Gözleri ışıltılıydı. İçerisinin loş ışığında, göz bebeklerinin
anlaşılmaz rengi, ilgisiz bir insanın bile gözüne çarpabilirdi.
Sanki renk bombası patlamış da sarı, mavi, yeşil renkler iç içe irisinden
fışkırmıştı. Yakından bakanların hemen fark edebileceği cümbüşteki
renkler şekerci dükkânının vitrini gibiydi: pamuk helva pembesi, fıstık
yeşili, badem ezmesi sarısı...
Süt liman ve buhar tüten deniz, yosun kokan acılar, koltuklanmış
sandallar, huzursuz akçakuşlar... Balıklar Mezarlığı, gasilhane, cami
altı kahvesi... Paşa ruhunu arıyor, neredesin Pelagia?...
Vecdi Çıracıoğlu, Denize Dair Hikâyat üçlemesinin ikinci kitabında
Ruhisarı anlatıyor. Ateşböcekleri par par uçuşuyorlar. Küpeşte,
borda, karina... Ruhisar, kıyıda denizcisini bekliyor. Alesta!
Ruhisar, deniz kokuyor... |