Kitap Tanıtımı |
İnsanoğlunun unutkanlığına, hafıza kaybına hayret ediyorum.
Eğer bu iki özellik olmasaydı, insanoğlu tarihi boyunca savaşmaz, kan ve gözyaşıyla ömrünü tüketmezdi. Hiç olmadı birinde ders çıkarır ve buna bir dur derdi! Ancak ne yazık ki insanoğlu unutmaya mahkûm ve benzer şeyleri tekrar tekrar yaşamaya da! Capa'nın savaş fotoğraflarını gördüğümde, iki düşünce dolandı beynimde. Birincisi, görsel tanıklık kadar hiçbir şey insanı etkilemiyor. İkincisi, iyi bir sanatçı fotoğrafçıysa çektikleriyle, yazarsa yazdıklarıyla, ressamsa boyasıyla öyle bir not düşüyor ki insanlık tarihine, insanlığın gündeminden asla düşmüyor. Capa bu adlardan biri. Çünkü o insanın kötü ve iyi özünü keşfediyor, onu objektifinden yansıtıyor.
Kimi fotoğraflara baktığınızda, bunların yıllar önce değil, savaş döneminde değil, bugün çekildiği kanısına varırsınız. Özellikle yaşanan göçmen dramına baktığınızda, haber bültenlerinde veya sosyal medyada çatışma, savaş görüntülerine baktığınızda, onun fotoğraflarıyla nasıl örtüştüğünü fark edersiniz.
Savaş fotoğrafları, yüzlerdeki hüzün beni bugünden koparıp o günlere götürürken, yaşanan aynılık zaman üstü bir yerde durmamızı sağlıyor. Bu fotoğraflardan biri bellek antolojime yerleşti. Elinde torbaya sarılmış udu, kolunda karısı, göçmenliğin, sürgünlüğün çok yönlü bir portresi.
Bu fotoğraflar, bana nice romanları zihnimde yeniden canlandırdı. Erich Maria Remarque'den Heinrich Böll'e, Theodar Plievier'ye kadar sayfaları yeniden gözümün önüne geldi. Babasız çocuklar, bir lokma ekmeğe muhtaç olanlar...
Capa'nın fotoğraflarına bakarken şu soruyu sormaktan kendimi alamıyorum: Dünyada ne değişti?
Hiç bir şey yanıtı beni utandırıyor. (Doğan HIZLAN) |