Kitap Tanıtımı |
Rimbaud'yu anlamak için Rimbaud'yu okuyalım, kendisine karışmış onca sesten onun sesini ayırmak isteyelim. Rimbaud'nun kendisinin bize söylediği şeyi uzaklarda, başka yerde aramak yarar sağlamaz. Çok az sanatçı vardır ki kendini tanıma, tanımlama, dönüştürme ve kendini tanıyarak bir başka insan olma tutkusunu onun kadar duymuş olsun, öyleyse bu arayışı ciddiye alalım, bundan daha ciddi bir şey olamaz zaten. Bir sesi yeniden bulmayı, onun isteğini ortaya çıkarmayı, vurgusunu, özellikle de o kızgınlıkları, o benzersiz saflığı, o zaferleri, o çöküşleri yeniden canlandırmayı öneriyorum. O sesi dinleyelim. Hem onun güçlü büyüsüne kendimizi bırakmak için, hem de onu susturmak istemiş ve tabii susturmuş olan sessizliğin boyutlarını ölçmek için, doğallıkla en büyük tiksintileri anlamına gelen en acı alaylarında dinleyelim onu öncelikle de. Memleketim küçük taşra kentlerinin açık farkla en salak olanıdır, der öğretmenine on altı yaşında bir öğrenci. Rezillik! Diye bağırır üç yıl sonra. Ne de masum canavarlardır şu köylüler... Canım iğrenç biçimde sıkkın. Tek bir kitap yok, çevremde tek bir meyhane yok, sokakta tek bir olay yok! Şu Fransız taşrası ne korkunç! Bu upuzun tapınma-karşıtı ilahilerin izine Rimbaud'nun yapıtının her yerinde rastlanabilir. Anlaşılan, cosmorama arduan'a, tiksindiği taşraya karşı nefretini hiçbir sözcük dile getiremiyor, adeta bu duygu hiçbir nitelemeye sığmıyor. (Kitabın Girişinden) |