Kitap Tanıtımı |
Bir halkın dramının epik bir anlatımı! Topraklarından, atalarından ve dahi tarihlerinden kaçan insanların hüzünlü öyküsü!
Bin yılların çığlığının romanı!
"Geş kan içinde babasının koynunda öğleye kadar kaldı. Sonra dışarıdan bir ses duydu ve kulak kesildi. Bu ses amcası Zal'in sesiydi. Avludan ulumaya benzeyen bir ağlama sesi gelmeye başladı. Öyle derinden, öyle içli, yakıcı bir çığlıktı ki bu sanki bin yılların çığlığıydı. Bin yılların kederi, bin yılların çaresizliği bu çığlığın içine sığmış gibiydi. Zal amcası çığlığına hiç ara vermeden kapıdan içeriye bakmış ve daha bir şiddetle, titreyerek ağlamaya, kendini yerden yere vurmaya başlamıştı. Ayaklarının altındaki kanı alıp alıp yüzüne sürüyordu. Sonra ölülerin üzerinde gezdirdi kan çanağı olmuş gözlerini ve tekrar başladı bin yılların çığlığını atmaya. Bu şekilde, sesi kısılana kadar ağladı, inledi. Elleri, yüzü, gözü her yeri kan olmuştu Zal'in. Sonra ölülerin arasına uzandı onlar gibi cenin vaziyetinde uzandı, uzun süre öylece kaldı. Sadece titriyor, inliyor ve ara sıra sayıklamaya benzer sesler çıkarıyordu. Nice sonra kalktı ve avlu merdiveninin üstüne çömeldi. Sırtını kızıl köpeğin gövdesinin hemen yanındaki duvara dayadı. Her nedense dönüp gözlerinin içine, yüzüne baktı kızıl köpeğin. Gözlerinde yiğit, mert, öfkesi öylece orada donmuş gibi bir ifade sezdi. O an yıkılmış dünyasının içinden cılız da olsa bir yardım elinin ona uzandığını hisseti. Bu duygunun ne olduğuna kafasını yoracak durumda değildi. Bu güçle inlemeleri, titremeleri kesildi. Daha düzenli nefes almaya başladı. Bir sigara çıkardı yaktı, derin bir nefes çekti sigarasından. Dumanını dışarı vermedi, içinde kayboldu dumanı. Gözlerini kısarak ölüm sessizliği içindeki köyün ufuklarına doğru baktı, baktı." |