Kitap Tanıtımı |
Patent, hak sahibine buluşunu tekel olarak kullanma hakkı tanıyan belgedir. İdari bir işlem sonucu verilen bu belge, bir yandan patent hakkı sahibine belli bir süre ile sınırlı bir tekel hakkı tanırken, diğer yandan patente konu buluşla ilgili olarak tüm verilerin yayınlanması sonucunda, bilginin paylaşımını sağlamaktadır. Patent belgesindeki bilgiler herkese açık bilgilerdir. 551 sayılı KHK md. 1/2ye göre, sınai hakkın tesisine uygun buluşlara patent belgesi verilerek bunların korunması sağlanır.
Patentin ilk emarelerinin çok eskilere dayandığı söylenebilir. Milattan önce VII-VI. yüzyıllarda, eski Yunanistanın Sybaris kasabasında, bir yemeği ilk defa yapan aşçı lehine bir yıl boyunca münhasır kullanma hakkının tanındığına dair metinler bulunmuştur.[1]. Burada, tekel hakkının verilmesinde buluşun esas alındığı, buluşu yapan kişinin ikincil bir durumda olduğu, ayrıca bu şekildeki bir tekel hakkı tanınmasının amacının, buluş yapılmasının teşvik edilmesi ve aynı zamanda buluşu yapan kişinin bu çalışması neticesinde belli bir süre tek başına gelir elde etmesinin sağlanması olduğu görülmektedir. Eski Yunanistanda elbette ki bugünkü anlamda bir buluşun yapılması ve buluşun düzenlenmesi söz konusu olmamakla beraber, yine de patent hakkında geçerli olan bazı temel ilkelerin çok ilkel bir şekilde yer aldığı görülmektedir. Roma döneminde patente benzer bir uygulamaya raslanmamıştır.
Avrupada 13. ve 14. yüzyılda imtiyazlar dönemi başlamıştır. İmtiyazlar, günümüzün patent sisteminden çok farklı bir sistem olup, verilip verilmemesi belli bölgede hakim olan kişinin sübjektif kararına bırakılmıştır[2]. Patentle olan benzerlikleri ise, belli bir süreliğine imtiyaz tanınan kişinin/kişilerin buluşu tek başına kullanma hakkına sahip olmasıdır. Ancak bazen imtiyazların kişinin hayatı boyunca tanındığı da görülmüştür. İlk imtiyazlar Bohemya Kralı Wenceslas II tarafından 1271-1305 tarihleri arasında verilmiştir. Madenler için verilen imtiyazlar zamanla artmış ve madencilik dışındaki konulara da sirayet etmişti]
Avrupada bilinen ilk kişisel imtiyaz, 1421 yılında Floransada mimar ve mühendis olan Filippo Brunelleschiye üç yıllığına verilen imtiyaz hakkı olmuştur[4].Daha sonra Venedikte 1469 yılında Gutenbergin asistanına, hareketli harfleri kullanmak suretiyle kitap basma hakkı, hayat boyu sürecek bir şekilde tanınmıştır.
Buluşa bağlanan hakların, girişimci tacirlerin bulunduğu yerde doğmuş olması şaşırtıcı değildir. Bu şekilde sanayiinin gelişmesi ve yatırım yapılmasının teşviki için Venedikte 19 Mart 1474 yılında ilk olarak patentlere dair bir düzenleme yapılmıştır. Bu düzenleme ile, kamuya faydalı olmaları dolayısıyla, araştırma ve yaratıcılığın özendirilmesi için, buluşu yapan kişiye Venedikli olup olmadığına bakılmaksızın 10 yıllığına münhasır bir hak tanınmıştır. Patent verilmesinin objektif kriteri, buluşun yeni ve yaratıcı olması ve Venedik topraklarında daha önce hiç yapılmamış olması olarak tespit edilmiştir. Yapılan buluş hakkında ilgili makamlar haberdar edildikten sonra, buluşu yapana tekel hakkı ve buna bağlı olarak buluşla ilgili lisans verme hakkı tanınmıştır. Buluş konusunun üçüncü kişiler tarafından izinsiz kullanımının yaptırımı para cezası ve izinsiz yapılan ürünün imha edilmesi olarak belirlenmiştir[2]. Ancak bu şekilde verilen litterae patentes, giderek kötüye kullanılmaya başlanmıştır. Zira bu gibi imtiyazları ellerinde bulunduran kişiler, fiyatları tamamen keyfi olarak artırmışlardır. Özellikle tuz, cam, kağıt, sirke gibi ürünleri satma konusunda imtiyaz sahibi olanların fiyatları artırması, halkın ve sanayicilerin tepkilerini çekmiştir.
İngilterede, Kral I. Jamesin 1623 yılında yürürlüğe koyduğu Tekeller Kanunu[3] esasen tekellerin oluşumunu yasaklarken, diğer taraftan her yeni üretim türünü tekel yasağının dışında tutmuştur[4]. İngilterede ilk defa 1734 yılında, imtiyaz için yapılan başvurunun açıklamalı olması talep edilmiş ve ancak 1883 yılında tarifnamenin sonunda istemlerin bulunması şartı aranmıştır[5].
Modern patent hukukuna doğru ilk adımlar Amerikada atılmıştır. Amerikadaki ilk patent 1641 yılında Massachusetts eyaleti tarafından, tuz üretimi için Samuel Winslowa verilmiştir. 1787 yılında Anayasa, Kongreye bilimin ve yararlı sanatların geliştirilmesi amacıyla, buluş yapanlara ve yazarlara süre ile sınırlı tekelci hak tanıma yetkisi vermiştir. Patent konusundaki ilk modern yasal düzenleme ise 10 Nisan 1790 tarihinde Amerikada kabul edilen Patent Kanunu olmuştur[6].
19. yüzyılda patent hukuku giderek daha modern bir hal almış ve 1800lerde verilen patentlerin sayısı gittikçe artmıştır. Patentlerin sadece ülkeler arasındaki iki taraflı anlaşmalar ile korumasının yetersizliği, uluslararası bir sözleşmeye olan ihtiyacı artırmıştır. 19. yüzyılının üçüncü bölümünde globalleşme kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştır. 19. yüzyılına damgasını vuran uluslararası fuarlar, her ne kadar önemli olsalar da, buluş sahipleri, kendi buluşlarını burada sergilemekten çekinmişlerdir. Zira bu fuarlar taklitçiler için önemli bir kaynak teşkil etmiş ve buluş sahipleri, burada sergiledikleri buluşları, mutlak yenilik arayan diğer ülkelerde tescil ettirmekte zorlanmışlardır. Bunun yanısıra, yerel yenilik arayan ülkelerde, taklitçiler tarafından yapılan başvurular, geçerli başvurular olarak kabul edilmiştir. İşte bu bağlamda 1873 tarihli Viyana fuarında ilk kez uluslararası bir anlaşma fikri ortaya atılmış ve 1878 tarihli Paris fuarında şekillenmiştir. 1880 yılında yapılan uluslararası konferans, 20 Mart 1883 tarihli Sınai Mülkiyet Hakların Korunmasına İlişkin Paris Sözleşmesinin hazırlanmasına yol açmıştır[7]. Paris Sözleşmesi, bu alandaki ilk uluslararası sözleşme niteliğini taşımakla beraber, Türkiyenin de taraf olduğu birçok sözleşme bulunmaktadır[8].
Avrupa Patent Sözleşmesi (EPC-European Patent Convention), 5 Ekim 1973 tarihinde kabul edilmiştir. Bu Sözleşme, Avrupa Patent Organizasyonunu kuran ve 20 Mart 1983 tarihinde Pariste imzalanan Paris Sözleşmesinin 19 uncu maddesinin amacı dahilindeki özel bir anlaşma ve 19 Haziran 1970 tarihli Patent İşbirliği |