Kitap Tanıtımı |
Ulusal merkez bankaları, ülke ekonomilerinin finansallaşması sürecine paralel, toplumsal hayattaki en etkili kurumların başında gelir. Yine merkez bankası başkanları, dünyanın en etkili isimler listesinde her daim ön sıralarda yer alır. Neden? Devletin alanı içerisinde ancak ötekiler kadar yer kaplayan bir kamu kurumunu diğerlerine göre daha merkezi kılan husus nedir veya bir kamu bürokratını listede devlet başkanlarının hemen ardına yerleştiren gücün kaynağı nereden gelir?
Bu sorular çoğaltılabilir ancak bunlara verilecek cevaplar, ekonomik alanın dışına çıkmayı, kültürel-ideolojik bir alanda gezinmeyi zorunlu kılar; merkez bankasının piyasalar ve toplumsal aktörlerle kurduğu iletişimin/temasın uğraklarına daha yakından bakmaya ihtiyaç duyar.
Bu doğrultuda çalışma, merkez bankasını bir ideolojik kurum olarak temellendiriyor. Geleneksel olarak devletin kasası, ulusal paranın gardiyanı gibi nitelemelerle tanımlanan merkez bankasının, finansallaşma sürecinde, bütün bu sıfatlarının önünde giden ideolojik bir niteliğinin olduğunu iddia ediyor. Büyük iktisadi kategoriler üzerinden tanımlanan merkez bankasının, içine yerleştiği ve hegemonik bir kapasiteyi hayata geçirdiği kültürel bir biçimden bahsediyor. Son dönemde önemli bir gündem olarak ön plana çıkan merkez bankası iletişim politikalarını da, bu hegemonik kapasitenin temel işlemsel değeri ve/veya zemini olarak tasavvur ediyor.
Merkez bankasının parasal olduğu kadar, ideolojik bir kurum da olduğunu işaret ediyor. Bu ideolojinin, en sıradan insani pratiklere kadar nüfuz ettiğini, en gündelik davranış biçimlerine bile paranın hareketine göre müdahil olduğunu, bireylerin yaşam öyküleri ve gelecek beklentileri ile finansal sistemin devamlılığı arasında bir çakışma yaratmaya yöneldiğini belirtiyor. Bu noktadan sonra yalnızca örneğin- asgari ücret artışı, yeşil kart için bütçeden ayrılan pay veya petrol fiyatlarındaki yükselişin değil, Gezi direnişinin de parasal hedefler açısından bir risk olarak kodlanmasını bu ideolojik kapasite ile ilişkilendiriyor.
Kitap boyunca paranın ve devletin alanından bilişin ve dilin alanına değin uzanan geniş bir mecrada hareket ediliyor. Ekonomi ile antropolojiye eş zamanlı olarak atıf yapan, ekonomi-politik ve kültürel çerçeveleri aynı anda alana davet eden bu tarz bir çalışmanın, eleştirel ekonomi-politik ile kültürel çalışmalar yaklaşımları arasında gerçekleşecek
verimli bir diyalogu talep etmesi kaçınılmazdı. Öyle de oluyor; merkez bankası, toplumsala gömülü olan bir ekonomik sistemin, finansal kapitalizmin, farklı uğraklarının birbirleriyle konuştuğu bir alan olarak kuruluyor.
Dolayısıyla çalışma, merkez bankasını bir ideolojik kurum olarak yeniden inşa ediyor; bu ideolojinin içinden aktığı dil, söylem vb. kanalları, bu ideolojinin seslendiği toplumsal beklentileri, psikolojileri, bilişleri ve yine aynı ideolojinin büküldüğü ekonomi-politik yapıları bütünlüklü olarak ele alıyor.
Alan araştırmasında, para politikası ideolojisinin yapılaştığı merkez bankası iletişim metinlerine odaklanıyor; para politikası hikâyesinin/anlatısının, iletişim metinlerinin o kendine has kurgusallığında nasıl yeniden- kurulduğunu analiz ediyor.
Kitap, gerek merkez bankasının kurumsal dönüşümü ile finansal kapitalizmin toplumsala gömülme yönelimi arasında kurduğu bağ sebebiyle, gerek merkez bankasını kültürel-ideolojik alanda yeniden tanımlama yönelimi nedeniyle, gerekse de para ile dil arasındaki veya maddi ve simgesel yeniden üretim süreçleri arasındaki ilişkinin somutlaştığı mecralardan birisi olarak merkez bankasını işaret etmesi sebebiyle özellikle eleştirel literatür içerisindeki önemli bir boşluğu dolduruyor. |