Kitap Tanıtımı |
Doğa dendiğinde genellikle boşlukta dönen renkli bir top olarak dünyanın üzerindeki biyolojik örtü kastedilir. Oysa bu anlamıyla doğa yalnızca dünyanın bile yalnızca tek bir görüntüsüdür. Musil, Niteliksiz Adamın bir yerinde, yeryüzünün çok uzun zamanlar boyunca frijit, hatta ölü olduğunu, hiç doğurmadığını hatırlatmıştı. Ben, genellikle, doğa ve evren kelimelerini geçişli kullanmaya eğilim gösteriyorum. Eskiler de, her zaman değil ama birçok kere böyle yapmıştır. Hatta uzay-zamanı hiç icat edememiş olsalar da, dehr (evren ve zaman) gibi ya da rüzgâr veya sæculum (dünya ve dönem) gibi kelimeler kullandıklarında, bir bütün olarak zamanı ve mekânı aynı anda bile ifade edebilirler. Aslında dönemler ya da döngüler anlamına gelen devran giderek bir bütün olarak kâinatı anlatmaya başlar ve her halükârda sürekli dönmektedir.
Hatta Erigena öyle bir doğadan (natura) söz eder ki, o artık zamandan ve mekândan ve varolanlardan bile fazladır. Esasında zamanı belirten kavramların (dehr, rüzgâr, sæculum, devran) mekâna doğru uzanmasına özellikle oluş ve bozuluş içindeki phusisi belirten kavramın metafiziğe doğru uzanması eşlik etmektedir. Üstelik çok şaşırtıcı da değildir bu. Eski fizik zaten en başından tuhaftır. Materia prima kesinlikle maddî değildir örneğin. Hareket hareketliliğin ötesinden başladığı gibi madde de tam anlamıyla maddî olmayandan başlar.
Yine de, yalnızca, boşlukta dönen renkli bir topun üzerindeki biyolojik örtünün uğursuz bir kötüye kullanımı gibi duran bir insanlar âleminin içinde yaşıyoruz. Bağ-ı dehr, evrenin bahçesi, dünya bahçesi, bizim için insanlar âleminin bir res publicası. İnsanlar âlemiyse genellikle dramatik bir soytarı-soytarı diyalektiği üzerinden işliyor. |