Osmanlı Hanımı
ISBN 9789750811241
Yayınevi Yapı Kredi Yayınları
Yazarlar Bahar Tırnakcı (translator) | Fanny Davis (author)
Kitap Tanıtımı Fanny Davis dikkat çekici bu çalışmasıyla az bilinen bir dünyaya, Osmanlı hanımının dünyasına eğiliyor. Osmanlı hanımı, saray kadınlarından daha mütevazi hayatlara, köle kadınlara değin Osmanlı kadınının imparatorluğun son iki yüzyılındaki toplumsal yaşamının canlı bir anlatımı olduğu kadar Batı etkisinin geleneksel yapıları sarstığı bir tarihsel dönemde yaşadığı heyecan verici değişimin de hikâyesi. Bu arada bazı ilgi çekici kişiliklerle karşılaşıyoruz: Hatice Sultan, Esma Sultan, Bezmiâlem Sultan, Nigâr Hanım, Fatma Aliye, Halide Edip. Tadımlık SARAY Haremde Hiyerarşi Saray haremi, haremi hümayun, sıkı bir hiyerarşiye göre düzenlenmişti. Bununla birlikte, inceleme konusu olan dönemde, yani yaklaşık 1700 yılından Osmanlı İmparatorluğunun sonuna değin bu kurumda, batılılaşmanın Osmanlı sarayında etkisini göstermesiyle birlikte birtakım değişiklikler gerçekleşti. Burada, saray hareminin daha çok 18. yüzyıldaki ve 19. yüzyıl başlarındaki durumu, Sultan Mahmudun yenilikçi yönetimiyle birlikte ortaçağdaki görkemini yitirmesinden öncesi irdelenecektir. Haremin üst noktasında valide sultan, yani sultanın annesi bulunuyordu. Resmen bütün hareme yayılan, kimileyin de gayri resmi olarak harem sınırlarını aşan bir güce sahipti. İkinci sırada, sultan diye anılan padişah kızları geliyordu. Onları sultanın resmen odalık olarak seçtiği, harem içerisinde ayrı birer daire tahsis ettiği ve yasal olmasa da toplumsal anlamda eş statüsündeki kadınlar izliyordu. Bir sultanın, genelde meşru sayılan dört sayısına bağlı kalınmışsa da, kadınlarından birinin ölmesi veya Eski Saraya çekilmesi nedeniyle yaşamı boyunca daha çok sayıda kadını olabiliyordu kuşkusuz. Sultanın kadınları, kadınlık konumuna yükselme sırasına göre birinci, ikinci, üçüncü veya dördüncü olarak belirtiliyordu. Yasal nikâh uygulamasına, II. Osman (hük. 16181622), İbrahim (hük. 16401648) ve daha sonra Abdülmecid (hük.18391861) gibi tekil örnekler sayılmazsa, Kanuni Sultan Süleymanla birlikte (hük. 15201566) son verilmişti. Sultanın odalıklarının haseki veya haseki sultan diye bir unvanı daha vardı; sultanın yatağına giren her kadınbu unvanla anılıyordu. Arapçadan gelen haseki sözcüğü bir kimseye özel olan anlamındadır. Dolayısıyla haseki, yalnızca sultana ait olan kişidir. Sultanın hizmetinde olup sarayın selamlık bölümünde yaşayan erkek hasekiler de vardı. Charles Whitea göre, 19. yüzyıl ortalarına, Abdülmecid dönemine gelindiğinde, haseki unvanı artık kadınlar için kullanılmaz olmuştu. Sıralamada kadınınardından gelen ikbal de sultanın odalığıydı. Sayıları değişmekle birlikte, sultanın gözüne girme sırasına göre, baş ikbal, ikinci, üçüncü ikbal diye sıralanıyorlardı. Saray haremi değerlendirilirken unutulmaması gereken bir nokta da, her zaman incelikli birtakım davranış kurallarına uyulduğudur. Sultan, belli bir düzen içinde odalıklarına âşıkane ilgisini gösterirken bu kurallara bağlı kalıyordu. Her birinin nöbet gecesi vardı. Bir odalık ancak herhangi bir rahatsızlığı olması durumunda nöbet gecesini kaçırıyordu. Nöbet sırası gelen bir kadın, sultan onu odasında ziyaret etmeyi yeğlemediyse, sultanın haremdeki dairesine götürülüyordu. Bu ona sultan tarafından zenci haremağası, kızlar ağası aracılığıyla iletiliyordu; kızlar ağası bunu kâhya kadına,o da ikbalin hizmetindekilere bildiriyordu. Bazen kadınlarından biri akşam yemeğinde sultanın davetlisi oluyordu. Osmanlı hanedanının ilk yıllarında böyle bir durumda kadın ayrı bir masaya oturtuluyordu. II. Mehmed (hük. 14511481) döneminden itibaren hanedan üyeleri dışında kimsenin padişahla aynı sofraya oturması söz konusu değildi. Sultan bazen bir kadın veya ikbalini, eğer hastaysa veya küçük çocukları varsa, dairesinde ziyaret ediyordu.Topkapı Sarayı günlerinde bu gibi durumlarda sultan, harem sakinlerinin ortalıktan çekilmesi için, gümüş kabaralı ayakkabılar giyerek gelişini duyuruyordu. Çünkü, tesadüfen sultanın karşısına çıkmak saygısızlık sayılıyor, kazara sultanla karşılaşmaya hünkâra çatmak deniliyordu. Dahası, Darüssaade (sultanın özel alanı) içinde, hükümdarın bulunduğu ortamda sessizliğin sağlanması, sıkı sıkıya uyulan bir kuraldı. Bildiklerinin çoğunu Osmanlı tarihçisi Ahmed Vefike borçlu olan Charles White şöyle anlatır: Her kadının hizmetinde küçük bir mutfak ekibi var. Hepsi de hükümdarı lezzetli yiyeceklerle, ki [Abdülmecidin] buna düşkünlüğü biliniyor, hoşnut etme yarışında. Kadın akşam saatlerini, eğer çocuğu varsa onunla oynamaya, en hünerli kölelerin şarkı veya öykülerini dinlemeye, mücevher ve giysileri tetkike ayırıyor. Kısacası, bu kadınlar da zamanı, haremlerinin mahremiyeti içindeki diğer varlıklı Türklerden farksız bir biçimde geçiriyor. Haremde bulunduğu zamanlarda Sultan, her zamanki yatma saatinde kendi dairesine çekiliyor. Zira, geceyi başka bir yerde geçirdiği pek görülmemiş. White, sultan kadınlarıhakkında başka bilgiler de verir: Evli olmadıkları halde bu kadınlardan Sultanın karıları diye söz edilmesi yaygın bir hatadır. Hükümdar kızlarına verilen sultan unvanıyla da anılamazlar. Bu kadınlar sultanın huzurundayken divan ya da sandalyeye bile oturamıyorken, sultanın kızları böyle bir ayrıcalığa sahiptir; kadınların yeriyse, yere yayılmış olan minderlerdir. Önceki sultanlar ilk sırada gelen gözdelerine haseki adını uygun görmüşlerse de, bu resmi düzeyde bir unvan değil. Bazı kadınlar haliyle diğerlerine yeğleniyor; ama Sultanın bu kadınları, tehlikeli olabilecek kıskançlıklara ve rahatsız edici yaygaralara yol açmadan göz göre göre aldatması zordur. İktidardaki hükümdarşimdiye dek yalnızca beş hanımı kadınlık konumuna yükseltti. Bunlardan biri1842 yılında öldü. Büyük Kadın, Esma Sultanın (sultanın halası) hediyesiydi İkincisi, Rıza Paşa tarafından satın alınarak Esma Sultana verilmişti. Esma Sultan, yanında yetiştirdiği bu kadını daha sonra yeğenine hediye etmişti. Üçüncüsü Validenin hediyesiydi. Dördüncüsü ise, Rıza Paşanın ilk karısının yanında yetişmişti. Bu alıntının ikinci paragrafında anlatılan, kadınlık konumuna yükselme şansına sahip fevkalade güzel ve hünerli bir köleyi padişaha armağan ederek sarayda itibar kazanma çabasıdır. Sözü edilen Rıza Paşa, Abdülmecidin muh