Kitap Tanıtımı |
Mazhar Şevket İpşiroğlu Öncü Bir Düşünür
23 Mayıs - 15 Temmuz 2008
Sermet Çifter Salonu, Mazhar Şevket İpşiroğlunun 100. doğum yıldönümünde Öncü Bir Düşünür: Mazhar Şevket İpşiroğlu adlı sergiye ev sahipliği yapıyor. Sergiye eşlik eden bu kitapta; Türkiyenin ilk modern sanat tarihçisi olan Mazhar Şevket İpşiroğlunun düşünce dünyasını, fotoğraflarını, resimlerini ve hakkında yazılan yazıları keşfedeceksiniz.
Tadımlık
Mazhar Şevket İpşiroğlu 100 Yaşında
I. Sanat Tarihinde Bir Çağdaş Düşünce
Mazhar İpşiroğlunun ölümünün hemen ardından yayımladığımız İpşiroğluya Saygı(Ada Yayınları, 1987) kitabının başlığıydı Çağdaş Düşünce. Onun entelektüel yaşamını bu iki sözcükten daha iyi dile getirecek bir başlık söz konusu olamazdı. Bugün, içinde yaşadığımız siyasal-toplumsal-kültürel koşullarda, İpşiroğlunun yaşamını ve yapıtını değerlendirirken bunu çok daha belirgin olarak görüyorum.
Ülkemizde, Batılı anlamda sanat tarihinin kurucusu olan İpşiroğlu, sanatın tarihini hiçbir zaman durağan bir bilgi dalı olarak görmemişti. Tam tersine, insanoğlunu yücelten yaratıcı eylemin, yüzyıllar boyunca oluşan kültürlerin, sanatların, ne bir ilk, ne bir son olduğunu biliyor; üzerinde çalıştığı her konuyu, çoğu kez çapraşık ama zengin; toplumsal, ama özgün yönleriyle ele alıyordu.
Kabaca söyleyecek olursak, hangi çağa, hangi kültüre ait olursa olsun, üzerinde çalıştığı konuyu, içinden çıktığı dönem ve toplum bağlamında ele alıyor, ama bunu sanatın ulaştığı güncel değerleri göz ardı etmeden değerlendiriyordu. Bu nedenledir ki, örneğin, İslâm resmi üzerindeki yorumlarına, Matissein, Kleenin, Picassonun, Kandinskinin sanatı üzerine yaptığı yorumlar eşlik ediyordu.
İşte, çağdaş düşünce diye adlandırdığımız düşünce biçimi budur: Geçmişe bugünün gözlüğüyle bakmak. Çünkü ancak, böylece, geçmişin sanatını ölü olmaktan kurtarıp günümüze taşıyabilir, onu yaşar kılabiliriz.
Belki felsefeden geldiği için, sanat tarihçisi olarak İpşiroğlunun, düşünme yönteminin temelini soyutlama oluşturur.
Yapıtlarının başlıkları bile bunu belgeler:
Avrupa Sanatı ve Problemleri
Avrupa Resminde Gerçek Duygusu
Oluşum Süreci İçinde Sanatın Tarihi
Sanatta Devrim...
Görüldüğü gibi, bir zamanların (ve ne yazık ki hâlâ da süregelen) betimlemeye, tarih sıralamasına dayanan, ele aldıkları konuları, yalnızca içinden çıktıkları zaman ve toplumun sınırları içine hapseden sanat tarihi anlayışının karşısında yer alır İpşiroğlu.
Baskı tekniklerinin henüz gelişmediği, ancak siyah-beyaz (sonraları yetersiz renkli) örneklerin yer aldığı kitaplarda, ister istemez karşısındaki yapıtı (çoğu kez görmeden) sözcüklerle resmeden ve betimlemeyi yorumlama, kronolojiyi tarih sanan sanat tarihçiliğine karşı bir tepkidir İpşiroğlunun sanat tarihine bakışındaki özgünlük. (Hemen belirteyim ki, bizde o sıralar henüz var olmayan sanat tarihçiliğinde değil, aynı yıllarda Batıda da pek sık karşılaşılan bir yaklaşım değildi bu.)
Sanırım, İpşiroğluyu böylesi bir sanat tarihi anlayışına getiren üç temel neden vardı:
1 Tarihçiler kadar sanata yabancı pek az kişinin oluşu.
2 Sanat tarihinde, tarihsel bilimselliğin, araştırmaların sanat olgusunu açıklamaktaki yetersizliğini daha işin başından görmüş olması.
3 En önemlisi, sanatın kendi içinde, özgün bir dil olduğunu görmesi.
Onun çalışmalarını yönlendiren, Ne zaman? Nerde? Niçin? soruları kadar Nasıl? sorusuna aradığı yanıttır.
Sanat tarihinde, kuşkusuz kanıtların, belgelerin önemi vardır. Hattâ çok önemi vardır. Ama Ettinghausenin Siyah Kalem resimlerinden birinde (Washington Freer Galleryde bulunan Topkapı Sarayındaki albümün kayıp iki resminden biri) içki içen iki demondan birinin elinde tuttuğu Çin sanatına ait mavi-beyaz porselen sürahinin üstündeki süsleme motifinin 15. yüzyılın ilk yarısındaki porselenlerde görülüp sonra kayıplara karıştığı yönündeki saptaması, bilimsel açıdan, hiç kuşkusuz çok önemlidir. Ama bu tarihleme Siyah Kalem enigmasını çözümlemekte ne kadar yardımcı olur ve bu resimlerin özgünlüğünü ne mene açıklar?
Sanırım, pek fazla değil. Doğru bir tarihleme, yapıtın doğru okunması demek değildir.
İpşiroğlu için, sanatsal bir yaratım ile bir düşüncenin oluşumu arasında pek büyük bir ayrım yoktur. Sanatçı bunun farkında olmasa da. Karşılığı olmayan, rastlantıya dayalı büyük bir sanat yapıtı hemen hemen olanaksızdır. Bu nedenledir ki, sanat tarihinin genel konularına eğildiğinde bile, sanatın doğuşu ya da sanatın esin kaynakları gibi genel başlıklar yerine, yukarda andığım Sanatta Devrim, Oluşum Süreci İçinde Sanat Tarihi gibi başlıkları yeğler. Bunlar yalnızca birer başlık değil, okura (ya da öğrencilerine) sunduğu başlı başına bir çalışma programıdır.
Diyebilirim ki, bir sanat yapıtında ya da olgusunda, İpşiroğluyu birinci dereceden ilgilendiren, sona ermiş, tamamlanmış yapıt değil, o yapıtın oluşum sürecidir.
Bu davranışında (evet, bu bir davranış biçimidir) sanki, yaratıcı edimin üzerine eğilirken, yaratıcı olmak istemi gizlidir. Eğer bu görüşümde bir gerçeklik payı varsa, İpşiroğlunun karşısındaki resme, yalnız bilgiyle değil, aynı zamanda bir sanatçı sezgisiyle yaklaştığını ileri sürebilirim.
Bunu, özellikle Siyah Kalem ve sonrası çalışmalarında çok açık seçik görüyorum.
Bir başka şey daha görüyorum: Çağdaş düşünceye, bugün bir hayli tartışma yaratan bu kavrama, İpşiroğlunun getirmiş olduğu aydınlık ki, bugün, sanat tarihinin sınırlarını bir hayli aşıp güncel politik yaşamımızı da ışıtıyor.
Malrauxnun ünlü sözü (Sanat, doğaya verilmiş yanıttır.) İpşiroğlunun bütün resim yorumlamalarının özeti gibidir.
Sanat ile tarihi arasındaki köprüyü, sanattan tarihe ya da tarihten sanata kurmak gibi bir tuzağı, sanatın tarihini oluşumu içinde irdeleyerek aşar. Eşzamanlı sanatçılarla / sanat yapıtları, artzamanlılarla, İpşiroğlunun (eğer deyiş yerindeyse) geniş zaman metinlerinde bir araya gelir ve aralarında çağdaş düşüncenin yansıdığı bir diyalog gerçekleşir.
Van Gölündeki adacığın üzerindeki bir Ortaçağ kilisesinin, Ahtamarın öyküsünü ışıkla canlanan duvarlarına bakarak okur. Tıpkı, Siyah Kalemlerin Sanat Tarihi İçindeki Yeri, başlıklı bölümünde, Uzakdoğu, Hint, Afrika sanatlarına başvuruda bulunurken, Manetden |